Çarşamba, Aralık 16, 2015

Meçhule Şükran !

"Esmer sözler döküldü elâ gözlerinden,
Şükran..
Derin bir iz.. 
Açılan bir yara kadar..
Sessiz şarkılar zamanında, gözlerine bakarak geçtiğim Boğaz..
Düşündürdü bana duyduklarım, yitip gitmiş topraklarda atalarım,
Ne bedel biçildi onlara, ne kefen, sadece bir türkü kaldı garip Kerkük'ten."

Meçhule....

Silah çatıp türkü söyler askerler,
Türkü kadar yakmaz yaralar.
Kerkük'ten, Kırım'dan, Yemen'den, Şam'dan
Bin nâle yükselir, "nerede vatan" ?

Kumlara gömük yanık elleri, 
Cüzdanını çalmış aç bir bedevi,
Yırtık cepkenine uzanmış eli,
Sımsıkı avucunda saçının teli,
Kızının başını okşarmış gibi,
Kumlara karışmış artık nefesi,

Şahadet etmeden vurulmuş belli,
Rüzgar olmuş geçmiş hevesi,
Görmeden yüzünü yeni bebesi,
İsimsiz şehid olmuş garip dedesi..

Çemen olmuş açmış, yemen çölünde,
Adını bilen yok, kayıp kabrinde,
Son öğünü somun ekmek çekirge,
Âh gâfil eline düşmesin Mekke !

Cepkeninde kum, kalbinde iman,
Anmaz artık seni o aziz vatan.
Meçhul ismini sayıklar kalpler,
Seni andıkça ağlar peygamber.




Salı, Aralık 01, 2015

Gün-Aydı



Günaydı gene,

Bulutların arasında olsa da güneş,
Hiç görünmese de, göstermese de çocuk resimlerindeki sarı oklarını,
Hep gülen yüzüyle ısıtır içini..
Pamuk bulutların arkasında, m harfinden mamul küçük martılar,
Arkada ucu sivri yüce dağlar, ön tarafta akan derenin yanında üçgen çatılı ev, kare pencerelerde yanlara doğru çekilmiş perdeler. Mutlaka tüten bir baca, kapının önünden arkadaki kaf dağına kadar giden uçsuz bir yol..bir kaç tane ölçüsüz çam ağacı, evin önünde koca kulaklı babasının ve sarışın olmasa da sarı saçlı bir annenin elinden tutmuş iki kulak saçlı, gülen yüzlü bir kız çocuğu.. İşte çocukların hayalindeki mutluluğun resmi.

Bu tarifte küçük değişiklikler olsa da, çocukların çizdiği resimlerde güneş mutlaka gülümser aşağıya.

Gün ağarınca, yoğun kar yağışı altında bile, düşündükçe içimizi ısıtan o gülen yüzlü güneşi, gülesin gelir. Düşünesin gelir sabah bir odun sobasının isli kokusunu, odanın içine sinmiş yosun kaplı kütüklerin yarı rutubetli rayihasını. Bir kedi uzanır yandaki mermere gözlerini açmaya üşenen, çaydanlık yavaş yavaş tüter, sobanın sesi evin sesi olur bir anda. Gözlerini açarsın sonra dünyaya, soğuk bir kalorifer peteğine yapışır çıplak dizine, yakar metalin soğuğu böyle.

Gün batmış ne gam? Güneş görünmeyen bir yerlerde şimdi. Kimbilir belki ağızında bir türkü. Elleri, ya elleri nerede? Soğuk mudur? Üşür mü? Yoksa ısıtır mı bir başka el? yakar mı yoksa ? Ne duyuyor şimdi? Biri bir şey mi dedi? Aynası nasıl? Işık nereden vuruyor yüzüne? Dertlerinince nasıl çekiyor içini? Uykusu gelince nasıl kapanıyor gözleri yavaş yavaş mı? yoksa direnir mi uykuya son ana dek?

Hayat bir bardak çayın içine sığar mı?
Anlatılacak o kadar çok yaşanmışlık var mı?
Doğduğundan bu ana kadar olanlar ne kadar önemli? Yarın varken...
Şu an önemli...
Yarın da öyle olacak.. O halde yarın da önemli.
Kararlar şu an alınır, yarın yaşanır.. Ya da yaşanmaz..

Şimdinin hasadıdır yarın.

Gün-aydı..
Ferah sabahlara büründü gökyüzü.
Şimdi sev, elindeki nimetleri farket.
İnan hepsi geçecek, hep geçmedi mi?
Bütün yaşadıkların geçmedi mi?
Bütün o kötülükler, bütün o kahkahalar nerede?
Hayat geçecek..
Hiçbiri sende kalmadı..
Sahibin olduğun tek bir an var..

O da şu an...
Yarın da öyle olacak.

Gün-aydı.





"Unutur Sanma Sakın Bir Defa Seven Gönül"

Bekir Ünlüataer söylemiş;

GÜFTE: CELAL ÇETİN 
BESTE: BİLGE ÖZGEN
USUL: SEMÂÎ
MAKAM: HÜZZAM 

Cumartesi, Eylül 12, 2015

İptila !



Seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha da yaklaşıyorsun
ve şimdi
uzak bir gökyüzünde
şarkılar söylerek 
ve adını anarak 
küfür savuruyorum
yapraklar çarpıyor birbirine
fısıldıyorlar.
seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha da acıtıyorsun..
Hani kır çiçekleri açar sonbahar
göz açıp kapayıncaya kadar
solar ellerinden düşer
işte o kadar gördüğüm gözlerin var..
Seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha da dokunuyorsun.
Rüzgar gibi görünmez sevda
vurur yüzüne esaretimi
savurur sonbahar yapraklarını
gör beni diye..
dönüp arkana bakmazsın bile.
Seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha da ağrıtıyorsun.
Şimdi sigara dumanı ellerin
bak uzaklaştı ama kokun üzerimde
sinmiş gökyüzüne şehrin
sen gibi bakıyor gökyüzü bile..
Seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha da sarmalıyorsun.
Gündüz düşleri gibi gülüşün
gelip geçiyor gözlerimden
sahibi olmadığımız gülüşler
sevmiyorsun bilirim
çatıya dayalı merdiven gibi 
kayar düşer şimdi.
Seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha uzaklaşıyorsun.
Gece gülüşlerin var sessiz resimlerinde
haydi tut ellerimi 
ya da bırak 
gidelim 
kimse ellerini kirleten 
ya da gülüşlerinin sahibi kimse,
parti bitti 
dağılsın dünya...
Seni düşünmediğim yalan 
kanımda dolaşıyorsun
benden uzaklaştıkça 
daha da yaklaşıyorsun.

Pazar, Ağustos 30, 2015

Acemaşîrân Dolunayı bir geçe....


Şarkılar içinde sen olmadan yoklar,
Sabah Acemaşîrân,
Kast etmiş cânıma adeta,
Bitli çarkıfelek çiçekleri açmış..
Kurtsuz elmalar var artık, ya bu içimi kemiren ne ?
Horoz şekerleri göçüp gitmiş,
Pançovilla oynamakta sessiz sinemada..

Gözlerin olmadan elbet görürüm dünyayı da..
Eksik kalır ruhum..
Sihirli gülüşün, o müstehzi gamze....
Siyah beyaz piyano tuşları biz gibi..
7 notaya dünyayı sığdırmak ,
11 telle anlatmak sevdayı,
29 harften zor mu?

Sayılı nefes yazılmış; 
Al-ver,
Kaç tane kaldı geriye ?
Kaçı seninle ? Kaçı sensiz?

Tut ellerimden tut, bu dolunay da sessiz..
Yüzüne vuraydı ay ışığı,
Göreydim buğu gözlerini,
Gece..
Sensiz hüzün bile hüzünlü..
Yüzün yüzümsüz bî-haber benden...
Saatsiz geceler şafağında..
Bir deniz kıyısında serin kumlara basıp,
Adını söylemek istiyorum,
Cahil ol mâhilere..
Çöl kumu değil ayaklarının altındaki Mecnun'un..
Her bir tanesi ah eder bastıkça...
Adın, kum tanesi...

Ellerinsiz ellerim neye yarar?
O kapıyı açmasam n'olur?
O kalemi tutmasam?
Düşünmesem seni neye yarar kelimeler ?
Saçlarının teli neye yarar koklamasam?
Suratını avcuma alıp konuşmasam...
Bakamasam, neye yarar gözlerim ?
İşitmesem sesini, sesini özlemesem,
Şarkılar neye yarar ?

Gezmesem sokaklarında,
Tozunu yutmasam caddelerin,
Çekmesem içime Kapalıçarşıyı,
Basmasam taşlarına Mısır Çarşısı'nın,
Geçmesem Galata'dan sensiz...
Bu şehir neye yarar ?

Otursak Kocataş'ta bir bankta... 
Boğaza baksak, hiç konuşmasak..
Soğuk olsa, kaldırsan pardösünün yakasını,
Yaslasan başını başıma...
Hiç bakışmasak..
Geçen şilepler olsa paslı..
Gene sussak, gene sussak..
Mısırcı geçene kadar hiç konuşmasak..

Öğlen vakti romantizm olmaz bu devirde...
Tutamazsın yârin ellerini haftaarası..
Aşk bile mesaide..
Kalp sever gene de..
25. saatte..
Seninle..
Ya da sensiz..
Bigâne..

Habersiz gördüğüm kalbin..
Yarın gene bensiz...
Tut ellerimden tut..
Bu dolunay da sensiz...


Beste Sadettin Kaynak
Güfte: Cemalettin Altıntaş..
Bekir Sıtkı Sezgin Hoca'nın sesinden....






Pazartesi, Ağustos 17, 2015

Bağ Bozumu Sabahında...

Bağ bozumu sabahında 
Günaydınsız salkımlara 
Benden selam söyle..!
Bulutlar örtsün başını
Gurbetten esen yeller dokunsun saçlarına tel tel,
Ben gibi..
Teğellesin eteklerini güz yaprakları.
Doldururken sen sepetlerini salkım saçak,
Başıboş kuşlar söylesin şarkılarını sana.
Beni anlatsınlar,
Gözleri yollarda, 
Sözleri hovarda aşıklar gibi..
Şimdi 
Yalnızlık duvarı çekmiş yollar bana 
Özlemek tek kârım..
Sen kokar yarınlar bilirim..
Bugünler çok geç..
Dün gibi yaşanmış hepsi...
Tutamadığım ellerin var üstelik, 
Arnolfini'nin resminde aksim.
Uzak memleketler başka kokar bilirim,
Sen götürdün burdan rayihanı...
Emanet duruyor şehir burada.
Basmadığın toprak, bakmadığın sema,
Almadığın nefes yüzünden
Bomboş şehir...
Bağ bozumu zamanında
Gözlerden ırak bir köşede
Dudaklarından çaldım gülümsemeyi.
Her gece başka bir günaydını müjdeler...
Her günaydın sensizlik kokar...

                                                Arnolfini'nin Evlenmesi-Jan van Eyck

Cuma, Ağustos 07, 2015

Zeyrekhâneden..


Seyrelmiş huriler,
Kulaktan dolmuş sarı hurafeler. 
Pis heriflerin ağzına sakız  Adn,
Cehennem en yakışan ayın karanlık tarafı sıfatlarına,
Karakullukçu yoz bakış, 
Narin imanın düşmanı.
Sev desen öldürür.
Sırrıdır sırrı olanın sakladığı.
En büyük mabedler mabudun içinde..
Kimse bilmez, kimse görmez, makbuldür bu küre-i arz içinde..
Yalvar yakar yık haneyi gönlünde,
Bir isyankâr ah çıkmaz, ne dilde ne gönülde.
Can çıksa da yaradandan ötürü nefiste.

Herşey senin olsun bu dünyada;
Şu altın kaşaneler, şu yıkık viraneler
Şu uçuk kuşlar , şu çivit gök, şu elmanın ak kurdu,
Şu içi kan kırmızı saraylar,
Şu ab-ı hayat hes dereler,
Şu ulaşamadığın pigmeler,
Üzeri yazılı beş para etmeyen paralar,
Hepsi senin olsun...al.
Ali emminin partal bir donu var al onu da al.
Denizdeki ol mahiler,
Natülüsün dantelli tülleri,
Hatta fezadaki peykler..
Al senin olsun hepiciği..

"Vakit tamam" dediklerinde "vakit nakittir" deyip onu da götürürsün sen..
Utan sıkıl bazen bak aynaya..
Denizdeki yosunlar işine yaramaz öte yanda.
Bak Sultan Süleyman hatun peşinde ölmedi ha...
Sakın yanlış anlama...

Gafil de olsan bir Gafur da..
Herkes son nefeste aynı safta..
Sen orada da mağrur olma !

Sorarlar sana "ya Tanrı yoksa" ?
Ya varsa a akıllım ya varsa ?
Yandık o zaman yandık, keten helva....

Çelebi olmak zor nereden kaldı Evliya ?
Her gezen serseriden olmaz Çelebi..

Rahip kılığında olsa da imam
Söylediğine bak sen..
İmam kılığında olsa rahip 
Gizlediğine bak sen...

Vicdanın kadar imanın..
Kubbesi en büyük mabedde  en küçüksün unutma !
Bu sonsuz gökkubede..
Kimseye inanma dua ettiğinden başka..
O'dur sana kapılar açan..
O'dur yüreğini açan..
Her sıkıntı ardından ferahlık salan..

Sabır ateşten bir deniz..
Yaksa da kayığını,
Kıyıya vardığında kül olsa da bedenin,
Mükafatın oradadır..
Doğarsın küllerinden..
Yanmadan varılmaz son menzile..
Ne kadar gayret etsen..
Sevmeden de yanılmaz...!



Salı, Temmuz 28, 2015

Yıldız Nâmesi


İnsanlık boyu, şu yıldızlara bakıp, kaç kişi sevdalarını düşündü ?

Sönmez bir ateş, aşk-ı nefes; kör gecenin karanlığında, kaç aşığın gönlüne düştü ?

Yıldızların hayatı insanlıktan uzundur..


O yıldızlar dünyaya bakıp, iç çekip bu çok aşağılardaki garip, perişan, fânileri görürler mi?
Ve uzaklardan bakıp göz kırparken aşıklara, acaba üzülürler mi? 
Üzülürlerse bir de mektup yollarlar mı biçâre sevenlere, şöyle:


Ey bağrı yanık saf aşıklar! 
Sizin gibi niceleri geçti küçük dünyanızdan...
Kendini insanlığın en behdbahtı sayan kaç delişmen sevdalı paraladı kendini bizlere bakıp?

Bilir misiniz ey saf insanlar?  En uzun yaşayanınız yüz sene nefes alır..Biz yıldızlar için, bir göz açıp kapama vaktidir oysa bu süre..
Ah güzel insanlar,  güzel sevdalılar, üzülmeyin...
Sizin bu ah-vahlar içinde geçen kısa ömrünüz, bütün bu yeislere düşmeyecek kadar kısadır.

Siz bunu unutup seversiniz...Çok seversiniz..
Ayrılıklar sizi naçar eder de..
Kavuşunca unutur gidersiniz !

Keşke her ayrı kalanı, bir senecik birleştirse Yaradan...
O büyük aşklar, o ölesiye sevdalar, leylalar mecnunlar, kerem ile aslılar, romeolar julietler...görün bakın nasıl da aklı başında davranıyorlar, fazla değil bir sene sonra, görün ! 

Bir sene yeter mi aşk için?
Pekiyi, ya gerisi?

Herşey biter mi apansız? Aşktan gayrı hiçbir duygu yok mudur sevdalıların gözünde, gönlünde?

Âh olmaz mı?
Esas ondan sonra başlar gerçek sevda...

Aşkın yakıp kör eden o aldatıcı, o şahdan çok şahbaz, o sihirli tesiri geçince başlar esas sevgi...

İnsanın gerçek yüzü o zaman belirir, aşkın endam aynasında...
O zaman suretler aslına döner aslında..

Aşk sevdanın yüzünde bir maskedir...
Düşer zamanla o geçici sihir, rücu eder aslına sevi...
İşte gerçek aşıkların zamanıdır şimdi;

Titriyorsa hâlâ ellerin, ellerinin sıcaklığıyla. 
Gözlerin hala bakmaya kıyamıyorsa gözlerine, 
Hala nâif buluyorsan gülüşünü, hala dudaklarının o şen kıvrımlarına hayransan .....
Ama ..
Ama en önemlisi de...
Kalbin deli atmasa da, O'nun için atıyorsa sadece...
Yüreğinin içine yer ettiyse o güneşin yanığı...
Tenden öte, senden öte ise yârin aklında...
İşte biz yıldızlar şâhidiz ki;
Bütün o sevda masallarından birisidir bu..
Yazılmasa da,
Söylenmese de dilden dile..
Kalben kalbe güneş olup doğar sevgi, her sabah yeniden...

Kavuşmak, sevdanın kolay hali...
Beklemek, ayrı düşmek, hatta hasret kalmak...
Bütün bunlar mâni olsaydı sevmeye..
Biz yıldızlar boşa yanıp sönmezdik böyle semada...

Gündüz görmez gözleriniz bizi ama..
Biz sevdalılar kadar, ayrı düşenlerin de kılavuzuyuz, gök kubbede...

Sevmeyi bilen bakmayı bilir, bakmayı bilen görmeyi bilir, görmeyi bilen yârini bulur...

Şimdi bize bakıp sitem eden, kendini yerden yere vuran ey zavallı !
Sen sevsen bu kadar ah û zar etmez şükrederdin Rabbine...
Derdin ki;
Beni yerden yere vuran bu sevdanın, tek ve gerçek sahibi yüce Yaradan !
Sen olmasan bu sevda düşer miydi kalbime?
Çıkar mıydı karşıma, beni mecnun eden?
Sen, herşeyin sahibi... Sen olmasan bu kalp böyle atar mıydı?
Şükürler olsun sana...
Bana derdi de dermanı da veren..Hatta vermeyen..
İçimdeki bu ateşin gerçek sahibi..
Sen olmasan ben sever miydim böyle?

Durum budur..
Şimdi ey fâni !
Düşün...
Üzgün durma, yârin için sitem etme kendine..
Asi olma !
Suçlama ne kendini ne de seni sevdireni...
Ateşi yakan, dua et söndürmesin kalbini...
Ateşi yakan, harlasın, daha da yaksın, ateş kılsın seni..
Yan bu dünyadayken...
Kurtar kendini..
Sev, çünkü; yanmaktır sevdanın tek çaresi...
Bu ateşi yakanı da sev, yandıranı da....
Budur sana yıldızların nâmesi...




Tv 24 Elif Makamı Programı'ndan;
Bestekar:Necdet Tokatlıoğlu
Söz yazarı:İlham Behlül Pektaş
Makam:Kürdili Hicazkar

Youtube da yayınlayan; Asuman Kertmen


Pazartesi, Temmuz 13, 2015

Duruk Saatler Saati


Duruk Saatler Saatinden;

Duruk saatler limanında bir akşam,
Yel demir göl bakır,
Sel geçer kum kalır,
Misal geçer söz kalır..

Duruk saatler şehrinde bir ay,
Doğmuş içine çıkmaz,
İşine gelmez, gitmez,
Karanlık yüz gözükmez..

Duruk saatler evinde,
Zaman hiç geçmez,
Yıkılır duvarlar üzerine,
Saçar yıldızlarını gök,
Salar üstüne üstüne..

Duruk saatler kahvesinde,
Teneke kültablasında beli kırık,
Ezik izmarit kadar yalnız
Çekip hasret bayrağını,
Duman içenler sessiz..

Duruk saatler batakhanesinde
Kadınlar susuk,
Dövük suratlarından bin parça düşen,
Esrik adamların ağladığı,
Şarkılar bile sızmış..

Duruk saatler sokağında,
Suçlanmaz kader,
Bitmiş hayatlar,
Kapanmış hesap,
Ne günah işler ne sevap.

Duruk saatler savaşında,
Ne bomba patlar ne çocuk ağlar,
Gülmüş yüzüne yâr ya da ağlamış
Artık ne yarar?

Duruk kalpler adamında,
Sessiz duvarlar, 
Rüzgar bile geçmiş,
Kendinden başka herkes var..
Bir ses düşmüş gölgeye
İçinde sevda var....



Bestekar:Sadettin Kaynak
Güftekar:Cemali Nabedit
Makam:Muhayyerkürdi










Cuma, Haziran 26, 2015

Hisler Bütünü


Fesleğen kokusu parmaklarımda..
Buharlaşmadan önce son bir kez daha koklayayım..
Kalıcı olmaz hiçbir güzellik..hiçbir kötülük..tıpkı; "hiçbir herşeyin" kalıcı olmadığı gibi...

Yola çıktıysan ve menzilini bilemiyorsan, vardığın son yerdir, orasıdır, menzilin..
Bir âmak-ı hayal içinde sürüklenip duruyorsan...karaya vurduğun yerdir işte, o son varacağın yer !

Yok.. ben seni görmedim, hiç bilmem sesinin titremesini de..
Uykuya varmadan önce ne yana düşer başın ?
Yastığın kalın mıdır? 
Ne taraftan başlarsın saçını taramaya ?
Elmayı bütün mü soyarsın? yoksa dilimler misin?
Kaleminin arkasını ısırır mısın sıkılınca?
Dondurmanın "dondurması" bitince atar mısın? yoksa külahını sonuna kadar yer misin?

Hayatın Bütünü...
Bütün bunlar mı?

Hiçbilinmeyenli denklem yazmışım deftere...Bomboş ...
Ne sayılar ne x'ler ne y'ler....
Hiçbiri yoklar...

Önemli mi?
Sırası mı şimdi bunları sormanın ?

Sen varsan bunların hepsinin bir değeri olur..
O fırçanın, o bardağın, o kahvenin dumanının...

Güneş enerjisiyle çalışan araba...
Hidrojen gücüyle uçan uydu..
Rüzgar gücüyle çalışan ütü.. 
Düşünce gücüyle çalışan insan yanında hepsi bakkalda çırak..

Düşünerek var ettiğin bir evren var etrafında..
Kapat gözlerini ...yok sanki değil mi?
Aç şimdi gözünü..görme..farketme, hissetme..bak nasıl yok olmuş gibi gene var sandıkların !

Sandıkların içindeki kitaplar gibi..
Varlar mı? Okumazsan yani...
Elin değse de üzerlerinde..varlar mı?

Görmek varolmanın ilk şartı değil..
Düşünmezsen gördüğünü, gördüğün gerçek değil..
Düşünmediğini göremezsin..
Gördüğünü düşünmezsen, o gördüğün de zaten yok hükmünde...

Sarı mı bu çiçek sor?
Ne sorarsan sor...
Cevabı biliyorsa rengi farketmez...
Bil ki; cevap verir sana aslında o bitki...
Sor ... Duymuyorsan cevabı sen de yoksun demekki...

Seni var edeni bilmezsen, göremezsin....

Bütün bunlar ne?
Hayat !
Bir hisler bütünü..

Sen..
Bütünün parçası...
Bir parçası eksik ise bütün olmaz işte..

"Ben" dedikçe battı bütün güneşlerimiz ufukta..

Yazısız bir roman gibi hissetmediklerin..
Kapağı süslü, içi boş...
Bütün kahramanlar kağıdın içine saklanmış bağırıyor, küfrediyor, ateş ediyor sana..
Saklanma...
Gerçek değil yaşadıkların...Hissetmedikçe.
Varolmadıkça...!
Düşünmediğin anda yoklar...

Hayatın anlamı...
Şu gördüklerin değil..
Hislerin bütünüdür..

Düşündüklerin de gerçek değil belki ama ..
Sana ait...
O halde...

Varolun...

Yokluk yok zira....
Sıfır da yok..
Hiç sıfır gördün mü defterden başka bir yerde...?

1+1' le başlar hayat...

Sor şimdi kendine?
Hislerin bütünü ne ?

























Salı, Haziran 23, 2015

Yalın-ız


Bazen o kadar yalnız kalıyorum ki; içimdeki karanlık bütün evreni yutacak kadar büyüyor, güneş varmış gibi yapıyorum ve gözlerimi yumuyorum.


Hayır yalnız değilim kimsesiz şarkılar kadar, o eprik unutulmuş nota defterlerindeki...

Pekiyi beni kim dinleyecek ? bak bu gece sahildeki midye kabukları bile kaçmışlar...
Çay bardağı desen tam ağız yerinden çatlak...
Rakı şişesiyle zaten ayrıyız, başka dünyaların insanlarıyız..
Sokak köpekleri aç..Onlar da anlamaz beni..
Kediler hep uykusuz, kuşlar hep uçuk, karıncalar hep telaşlı, balıklar hep dipte, yıldızlar hep uzak, ay hep karanlık, güneş hep yakıcı, ozan hep dertli, şarkılar hep başkasına, 
Beşiktaş hep kendi derdinde...

Kim dinleyecek beni pekiyi?

Küçükken sesimi banda kaydeder, sonra dinleyip cevap verirdim, cevabı da kaydederdim.. böyle böyle karşılıklı konuşmaları uzun süre sürdürdüm tâ ki; Ayıyla kulübedeki avcının konuşmasını yanlışlıkla teybin içinde unutup herkesin dinlediği o meşum güne kadar..Sonrası mâlum..O da bitti...Kaset bitti, teyp bitti, hepsi gitti..
Pekiyi kim dinleyecek beni ?
Metal renkli şu gök mü? Sormadan ıslatan yağmur mu? pili bitmiş radyo mu? Kim?

Pekiyi ama a cahil-i bend....
Neden kim neden dinlesin seni?
Ne anlatacaksın?
Yaşadıklarını mı? Yaşamadıklarını mı? Umutlarını mı? Tenekeden aşklarını mı ? Ne anlatacaksın sen? 
Kim neden dinleyecek seni?

Herkes anlatma peşindeyken, dinlemek giderek lüks oluyor, basın vergiyi...
Açık ambalajında yavaş yavaş bayatlayan bisküvi gibi, sen de umutla hep yenmeyi bekleyeceksin böyle..
Hep birileri görsün, farketsin, tutsun ellerinden kaldırsın oturduğun yerden isteyeceksin..
İnsansın..Ama bunların hiçbiri sen yapmazsın !

Büyük beklentiler hep sana değil mi? Herkes kendi küçük akvaryumunda avlansın...Büyük balıklar hep bana kalsın ! Yer yer doymazsın...

Geceyi seviyorsan en uzun gece, gündüzden hoşnutsan en uzun gün senin olsun...
Herşeyin en iyisine layık bir tek kişi var çünkü değil mi? 
"Biz"...

Sessiz filmlerin anlamlı sonları olur..
Konuşmaya gerek duymayacak kadar net yaşanır herşey...
O kadar da net biter..
Bu filmlerin bile bir sesi vardır ve o sesi dinleyenleri...
Peki beni kim dinleyecek?

Çok matah şeyler anlatmasam da..içimde büyüyen bu laf kalabalığını kime boca edeceğim harf harf ?

Ya bu aşkı?
Ya bunu kime anlatacağım ?
Sahibinden satılık, el değemeden göz değemeden kullanılmış sıfır kilometre bu aşkı?
Ortaya bıraktım, hükümsüzdür...

Peki şimdi beni kim dinleyecek ?




Pazar, Haziran 21, 2015

Beyâtî yakarış...

Hiçlik makamından Beyâtî makamına arz;

Orada olduğunu bilmek nefes almanın sebebi...
Gözlerine bakamasam da şimdi biliyorum, geçici dünyanın geçici bir zamanı kadar sürecek bu.
Orada olduğunu biliyorum çünkü..
Ben orada değilken gülümsediğini, gülümserken gözlerinin kısılıp dudağının kenarında oluşan o meknî çizgiyi biliyorum. Düşünceli halini ve o haldeyken içindekilerin masum yüzüne yansıdığını da görüyorum. 

Ellerim şimdi boş bu fâni dünyada, bunun da geçici olduğunu biliyorum; bulana kadar ellerini...
Sokaklarda kimseyi koşup sarılırken görmüyorum artık...
Çocukları bile..! Ayıp mı? günah mı? ne zıkkımsa ondan dolayı, birbirine dokunmaya korkan insan milyonları arasında, bir ben sana koşup sarılmayı istiyorum. Yok o filmlerdeki gibi uzun uzun koşmadan, hemen, gecikmeden, çabuk ve hızlıca..İçimdeki kalbin atışını duy, yaz güneşi gibi yanan ruhumu hisset...Sen gözlerimdeki herşey olan sen..Kollarımda erime dikkat et..

Şimdi yoksun; ama bunun geçici olduğunu biliyorum. 
Bu geçici dünya gibi, üzerimizdeki göçmen kuşlar gibi..Hepsi geçecek biliyorum..
Bana gelmesen bile hiçbir zaman, içim hep sana gelecek. Üzerinden bulutların geçtiğini farketmediğin gibi bunu da farketmeyeceksin belki..Yürürken gölgeni farketmediğin gibi, içimdeki seni de farketmeyeceksin. Oysa bu gelip geçici dünyada, sen kalacaksın içimde bir tek..

Elimde kalem diye seni tutuyorum. Sesini kullanıyorum yazarken, kendi sesim gibi..
Yüzün benim yüzüm aynada, seni görüyorum...
Kıskanıyorum ellerinin değdiği o kapı kollarını..
Baktığın pencerenin çatlak camını da..Yürürken ses çıkaran parkelerin gıcırtısını da..
Yaktığın lambanın kırmızı ışığını da...
Hepsi sana ulaşıyor, bir ben ulaşamıyorum. Biliyorum şimdi yoksun yanımda ama...
Bu da bu dünya kadar gelip geçici...

Çok sevdiğim yerlere götürüyorum seni...Sevmeyeceğin yerler varsa da aralarında, susup söylemezsin sen biliyorum..O yüzden seninle gitmiyorum, sadece ben götürüyorum seni.. Tahta masalı, kırık sandalyeli bu balıkçı kahvesi mesela...
Önünde yosunlu tekne, suya batıp çıktıkça çıkardığı sesler...Küfürlü tavla partileri, ayarı bozuk televizyondan gelen ayarı bozuk adamların öfkeli haykırışları..Küçük tozlu pencereler, duvardan sarkan rengi uçmuş balık ağları,yerde unutulmuş geçmez siftah paraları, Beykozsporun sarı çerçevede solmuş fotoğrafı...Sevemeyeceğin şeyler arasına seni oturtuyorum karşıma...
Hiç değilse çay güzel kokuyor değil mi ama?

Yanımda değilsin tıpkı herkes gibi..
Ama bu da geçici biliyorum, bu gelip geçici-delip geçici dünyada...
Uzatsam hiç tutmayacağın ellerim olacak belki biliyorum ama bu da geçici...Tıpkı rüyalarımda tutup bırakmadığın gibi...

Bütün yollar boş bugün..Şehir başka yerlere akmış gitmiş...Minareler yerinde, ezan sesleri, vapurlar, serseri martılar,  bıkık kediler, bitkin köpekler.. bir onlar yerli yerinde...Bir de sen..Yoksun...Lâkin yerli yerindesin...İçimde..

Düşünmeden olmuyor bu işler; kalbe düşen düşünceler yere düşen kağıt parçaları gibidir...Hiç olmadık anda çıkar karşısına insanın...Fallı çiklet kağıtları gibi....Varolmanın dayanılmaz kağıtlığı gibi..Ya basar geçersin ya alır okursun.. İkisinde de kaderin değişmez, ancak umutlanırsın.

Eski şarkı diye bir şey yoktur !
Şarkılar eskimez kullandıkça..Sadece onu dinleyenler eskir...İnsan eskidikçe yıpranır...yaralar kapanır, başkaları açılır...
Bir sihirli gülümseme alır götürür hepsini...Siler atar bütün yaşanmışlıkları...Sisli bir cam ardından baktığımız dünya, birden yeşerir kristal bir aydınlık, bir buse, bir gamze, bir perçem saç haline bürünür...Ah sıcak bir nefes hissetmeyeli çok olmuş...!

Şimdi yoksun biliyorum...
Bu da bu aldatıcı bu ışıklar saçan yalan dünya kadar geçici...
Eninde sonunda herkes evine döner...
Çıkarır üzerinde olması gerekenleri, esasına döner...
Bir duvar, bir sallanan sandalye, bir eski radyo, bir çift yürek, tek bir sıcaklığın etrafında buluşur...
Herşey aslına rücû eder..
Gerçek sevgiye..
Ve bu gelip geçici dünya da gerçek olan sadece şudur;
Sevgili Bilinmezlik.....





Solist Elif Güreşçi
Beste Erol Sayan
Güfte Necla Gürer
Beyâti makamı






Cumartesi, Mayıs 16, 2015

mum ışığı sonatı...


Mum güneş yokken kendini yıldız zannedermiş; tâ ki sabah ola !

Öğütleri öğüttük değirmende, başımıza tac, saçımıza ak ettik..

Boşa dönmez devran; boş lafa kanmaz öğrenmeye gönlü olan.

Olmadan oldum diyenlerin dünyası bu dünya..


Döner bu dünya döner de; durur zanneder tâlibi..
Sever onu cân-ı yürekten de; parmağını taşa çarpsa ilk dünyaya kendisi söver..
Dervişler döner, dünya döner, dünya dönenlerin mekanıdır durduk yerde..


Buralarda bizden çok var..
Bizden..yâni; 
Biraz dünya üzeri az ahiret,biraz kulluk az marifet..

İçten gelmeyen hiçbir hareketin kıymeti yok oysa...
Ya yürekten seversin ya "sever gibisin"...
Ortası yok, arası yok.
Az pilav üstü kurufasulye değildir nâr-ı aşk..

Bir özünden dönmeyeceksin bir sözünden; yoksa âlem seni döndürür tependen aşağıya..

İster bu dünyayı sev ister bir baş soğanı ister dünyayı seveni sev ister onu yaratanı. İşte; neyi seveceksen tam sev.


Şanına yakışır atsın kalbin, gözlerin değsin gördüğüne.


Ellerini değmesen de tutsun uzandığı bahar dallarını,
Kokladığın güller içine işlesin, için de gülsün..


Çek nefesini dünyanın havasıyla dolsun için, verdiğin son nefesin rahmetin olsun.


Ağzından çıkanlar esir almasın seni bu dünyada..sen sustuklarınla hapset günahlarını..


Zevk alemleri kandırmasın gözünü, aklını çelmesin dışı hoş içi boş seyyareler. 
Kalp gözünle gör, gerçeği o gösterir şüphesiz.

Tut düşenin elinden; korkma iyiliklerin eksilmez kullandıkça.

Herkesin kaçtığına yaklaş, yaklaştığından uzaklaş...
Kimsenin helalini haram, haramını helal yapma kafandan.


Yaşadıklarının sonuçlarına katlan ama ders de al..
Tekrar yaşama aynı dünya savaşlarını..


Bir kere yan aynı ateşte, bir kere yıkan aynı suyla..
Hatalarını bir defa yaşa; ilkinde sen hatalarını yaşarsın, ikincisinde hataların seni aşar.



Sev çok sev sevdiğini lâkin kendinden çok sevme; bir gün sevdiğini kaybedersen kendini de kaybedersin.

Düşün, düşünmeden konuşma; bir bakarsın konuşurken düşünmeye fırsat bulamamışsın.

Sözlerin seni alır götürür, gitmek istemediğin, dönülmez diyarlara..

Susmayı bil; susmak sözlerin diyetidir..Dilinle verdiğin zararı kalbinle ödersin.

Sözünü dinlemeyene başka söz söyleme; dinlemek saygıdan gelir. Saygılı olmayana sevgini tüketme. 

Arkandan konuşana yüzünü çevir; Gözlerini haketmemiştir.

Yalnız kendisini düşünene kendini anlatma; duvarlar işitmez.

Bahane arayana bahane bulma; zararına seni bahane eder.

Sağlığına dikkat et; bile bile kendine azap etme; aldığın nefes sayılıdır, hakkını ver.

Bütün alışkanlıklarına zarar ver; onlar sana zarar vermeden... 

Kendinden ödün verme; herşeyini kaybetsen de düşüncelerin seni terketmez.

Sana yardım edeni unutma ki; bunu haketmiş olasın.

Ailene sahip çık; gün gelir sırtını yasladığın dağlar devrilir, sadece ailen ayakta kalır dağ gibi. Dağlara sırtını dönme.

Nankör olma !Kördür nankör...yediği ekmeği görmez, tokken yerdeki somuna tekmeyi vurur da; aç kalınca kırıntılara muhtaç olur.

Kimseye böbürlenme..atlas gömleğin olsun, bir düğmesi eksikse giyemezsin. Hor görme "küçük, işe yaramaz" diyerek kimseyi..gün gelir bir düğmenin ilmiğine muhtaç olursun.

Doğayı sev; ağaç kesme, çiçeği dalında kokla, koparıp zamansız boynunu büktürme. Yerdeki otu bile hâkir görme. Bir amacı olmadan yerden bitmez hüda-i nabit...

Hayvanları koru; onlar sessiz şahitlerin olacak senin..
Eziyet etme sakın bir hayvana..Onun sadece adı hayvan ! Senin benim gibi ona da can vermiş, ruh vermiş yaradan. 

Güçlüyken merhamet edersen elden ayaktan düştüğünde merhamet görürsün. 

Velhasıl kelam; İnsan ol!

İnsan olduğun kadar yaşarsın bu âlemde. 

Kendi saygınlığını kendi yaratır insan..Önce insan ol.
Sonra doktor ol, mühendis ol, sanatçı ol, temizlikçi ol..
Lakin; ne olursan ol, kendin ol !

Kendini bilirsen haddini de bilirsin.
Kimseye köle olma, kölelik isteyene efendi olma...

İnandığın uğruna ölme, inandığın uğruna öldürme ..
İnandığın için yaşa, inandığın için yaşat.

Erkeksen kadınına, kadınsan erkeğine sahip çık.

Birlikte yürü gittiğin yolları..Zor da olsa kolay da, önünden çekme, arkadan itme, yanından yürü..

Beraber aş zorlukları, düzlüğe beraber düş..
Yarı yolda bırakma asla...Yarı yolda bırakan yarı yolda kalır, hiç değişmez kuraldır.

Ne aldat ne aldan, doğruyu söylemekten geçer yoldaşlık.

Gidersen arkana bakma, gittiyse önüne bak...

Olmuşla bitirme kendini; olacakla yenilen..

Çocuklara çocuk gibi davran; büyümelerine izin ver. 

Çocukluk bir defa gelir-geçer. Büyüyüce hiçkimse bir daha çocuk gibi davranmaz kimseye. 

Oku-okut korkma yazılardan, harflerden; okumaktan değil okuduğunu anlayamamaktan kork. 

Öğütleri oku, dinle, aklında tutmasan da yüreğinde tut. Gün gelir biri çalar yüreğinin kapısını; o zaman bu öğütleri tut.



MUM, IŞIĞINDA GİZLİDİR !













Cuma, Mayıs 08, 2015

Kalbe dolan o ilk bakış !


Ne çok fotoğraf var unutulması umut edilen.

Açılmayan çekmecelerde, kenarı yırtık karton kutularda, örümceklerin bile terkettiği ağlarla dolu tavanaralarında, şeffaf kapağı buğulanmış plastik şekerleme kutularında, üzerinde küçük kızla oğlan çocuğunun elele dolaştığı solmuş albüm aralarında...

Bir daha görmek istemediğimiz ya da görmeye cesaret edemediğimiz ne çok fotoğraf var..
Kağıda basılmış son fotoğraflarımız solmaya yüz tuttu. 
Tıpkı bir zamanlar yanımızda olanların yavaş yavaş silinip hayatımızdan çıktıkları gibi..

Gülerek neşe içinde objektife bakan o pırıltılı gözler, boyuna dolanmış o sıcak kollar, saymadan geçen yıllar içinde ne kadar azaldılar.. Hiçbiri yok neredeyse..
Kalan sağlar bile bizim değil artık..

İnsan kendinden en çok eski fotoğraflara bakarken korkar galiba..
O an, o deklanşöre basıldığı an'ı hatırlamak bile istemez bazen..Bazen istese de hatırlamaz.

Fotoğrafların arka yüzleri önü kadar kıymetlidir aslında..
Küçük bir not, bir tarih bir isim bir mekan adı, belki kısaltma bir kaç harf...
Arkada yazılanlar, önünde durup poz verenlerin hal tercemesidir en nihayetinde ve bir mihmandar gibi koluna takar götürür bizi, düşündürmek istediği yere.

Eskiden insanlar sevgililerinden ayrıldığında ya da biriyle arası açıksa o kişiyi makasla keser, kendini ayırırlardı kağıt üzerinde. 
Ne kadar hazin aslında..Birine doğru doğru bakıyorsun, bakışın, gözün, kalbin o an orada. Lâkin karşılığı yok...
Hoş şimdi fotoşop var; sadece fotoğrafa değil kalplere de yapılıyor sihirbazlık ! Resimdeki istenmeyen elemanın yerine bir başkasını montajlamak saniyeler sürüyor..Sözde aşkların hızına yetişemiyor fotoşop, Kopyala-yapıştır dijital ayrılıklar üzmüyor bile artık dijital aşıkları..

Oysa yanyana gelmek bile heyecanlandırır kalpten sevenleri. Yüzbin beğeni alsın diye sevilmez sevgili..Bir beğeni yeter tek bir beğeni birbirini beğenmek "yüzbin like'dan" evladır. Gösteriş yeri değildir kalp. Sirk alanı değildir yârin yüreği. İki cambaz bir ipte oynamaz zira !

Pekiyi ya görünmeseydi fotoğraflar ?

Hayatımızdan çıkanların fotoğraflardan çıkması ne kadar tuhaf olurdu. "Geleceğe Dönüş" filmini hatırlayın; insanlar nasıl siliniyorlardı geçmişten kağıdın üstünde? 
Geçmişten silinmek neyse de, gelecekten silmek birisini, ne kadar zor..Hayatımızdaki bir insanı geleceğimizden silince geçmişten de kaldırıyoruz galiba...Ne kadar gerçekçi bu ?
O "suçlu", o saklı fotoğraflara hep biraz hüzünle, biraz öfke ve biraz pişmanlıkla bakmanın sebebi de bu sanırım.
Aslında gönülden sildikten sonra fotoğraftan silinmiş çok mu?
Marifet aynı kalabilmek; ilk günkü gibi, o fotoğraftaki ilk bakış gibi, ilk sarılış gibi...
Bir de bakıp hayırla yâd ettiklerimiz gibi...Kaç insan kaldı böyle hayatımızda ? Yaş aldıkça yalnızlık azalacağına çoğalıyor galiba. Gerçek dostların sayısı ancak kemale erince belli oluyor.

Ya sevdalar?

Gözbebeklerinin korkusuzca birbirine bakabilmesidir aşk. 
Titreyen ellerin birbirini sakinleştirmesidir sevda. 
Kalp seslerini birbirine duyurabilmektir yıldızlı bir gecede. 
Sarılırken sıkı sıkı, nefesinin sevdiğinin saçının telini oynatıp ensesinden dolanmasıdır,
Aşk şakaya gelmez kutsal bir emanettir. 
Tanrı'dan ödünç aldığın kalbi, O'na geri verene kadar sarıp sarmalamaktır.

Bir kaç mektup bir kaç isim..

Fotoğraf, "kalbe dolan o ilk bakış"ı hiçbir zaman yakalayamaz. 
İlk görüşte aşk varsa şayet o kesinlikle film pelikülünün üstüne düşen bir bakış olamamıştır.
Fotoğrafın verdiği his o an yaşanan hislerden çok farklı olabilir.
Düşünsenize Leyla'nın Mecnun'a ilk baktığı ânı ! Mecnun'un içine düşen o alevli ok hangi fotoğraf karesine sığardı ?
Leyla ile Mecnun'un evlilik cüzdanlarındaki vesikalık fotoğrafları nasıl olurdu pekiyi ? !

Bir sabah gözlerinizi açmışsınız dışarısı kar-boran olsa O "sevda ile ilk uyanış"ı yaşıyorsanız içiniz bahar bahçedir..Gel şimdi çek hadi bunun fotoğrafını !

Sevda sözleri kalpte her zaman tesir bırakmaz. 
Hele bu zamanlarda...
Artık sözlerden ziyade, değer verilen çok başka şeyler var !
Ne mektup kaldı ne kağıda basılan fotoğraflar.
Ekran üstünde bir sayısal hayal perdesi artık hepsi..
Elektrik alamayanların memleketinde aşklar da yaşanmaz elbet !

Kimbilir belki gün gelecek, sevda bile kalmayacak,
İsim yazılan o ağaçlar bir bir sökülecek..
Mevsimler gelip geçecek...
Leyla Mecnun'u hiç görmeyecek..

Sadece sarkılar söylenecek kulaktan kulağa..
Ve bunu hiçbir kuvvet silemeyecek....




Makam: Nihavend
Solist:   Elif Güreşçi
Güfte:   Mehmet Gökkaya
Beste:   Erol Sayan














Çarşamba, Mayıs 06, 2015

Hisar-Bûselik


Hisar ! Buse ?

Yok hayır bizim boğazdaki hisarlardan bahsetmiyorum şimdi..
O hisarlar ki; şimdi erguvan renkteler..
Her yerden çıkar,coşar, tüter buram buram burçlarından, kimi Rumeli'den kimi Anadolu'dan..İmparatorluğun gelin telleri.

Hisar Buselik makamı derdimiz..

Hisar ayrı makam, Buselik ayrı..
Bir araya geldiklerinden mürekkep bir makam..
Eh ! Hisar ile Buse birleştiyse, fetholunmuştur artık en saklı gönül kaleleri.

Zekai Dede diye bir amca var..büyük adam ha ! 

Amca dediğime bakmayın sakın !
O birleştirmiş işte bu iki makamı..öyle derler..

"Makam" ne güzel kelime.. 

Yerleşir insanın önce diline sonra gönlüne.
En yüce makamdır sevgilinin yüreği. 
O sevgili ki; bazen vuslatı ile yakar yüreği bazen bir bakış ile alır aklını..

Neredeyse 300 yıldır bu makam dillerde..

Lale devrinin bahçelerinden, o zevk-ü sefa alemlerinden, ince yürekler, narin sedalardan günümüze akıp gelmiş; kalıcılıktan mı bahsetti biri?

Kimler gelmiş kimler geçmiş dünyadan..

Şimdi isimleri anılmayan kimlerin dudaklarından dökülmüş;
"Gönlüm heves-i zülf-i siyahkare düşürdüm"
yani der ki muhterem ; gönlümü hevesle saçlarının siyahına düşürdüm ey yâr...

Böyle bir şey işte.. Meraklısı olan, dinlemek isteyen salim bir kafa, sakin bir yürek ile dinlesin bu eseri..

Gönlümüz çoğu zaman aşılmaz hisarlarla çevrili.. 
Neden böyle? Neden bu kadar kapatmışız kapıları?
Belki o Truva atları sebeptir kimbilir?
Sayıp, güvenip içeri buyur ettiklerimizin açtıkları yaralar..
Eğer açılmışsa içinde o yara, sancısı aynıdır.
Sayısı önemli mi? Biri de bir, bini de..

İnsan talip olduysa bir şeye, sonuna kadar olmalı..
Göçmen kuşlar yarı yoldan dönmez, vazgeçip menzillerinden..
Talipsen eğer talebesin..
Öğreneceksin; neşeyi de kederi de şerbet gibi içeceksin.
Gönlünün istikametinde aklınla yürüyeceksin. "Bir varmış-bir yokmuş" olursun yoksa, masal olursun...

Düşünmek talip olmaktır..
Önce içine düşer bir bakış, bir duruş bir eda..
Sonra büyütürsün onu; ya o seni yakar ya sen onu..

Pişmeden olamaz...
Zaman gerek en büyük lezzetlere.. Sabır ister, emek ister, yürek ister. 
Talip olmak böyledir hep ister..
En sonunda alacağın yanında şu istenenler nedir ki?

Sahip oldukların ya da sahibi olduğunu sandıkların, gün gelir elinden uçar gider..
Sen kalırsın sadece, yüreğindekilerle başbaşa..
Yüreğindeki yanındaysa ne âlâ..
Talip olmak paylaşmaktır..
Ömrünü saklayamazsın kendine, eğer sahici talipsen..
Nasıl ki paylaşırsın suyunu aşını, kalbindekini paylaşmazsan öğrenemezsin.

Sevgiden yoğrulmuştur hayat, sevgiden yorulmamıştır..
Herşey aslına döner, sevgi de gerçek değerini bulunca bir gün elbet kendini bulur. 
İnancını kaybettiğin anda, bir tebessüme tutulur ve ona öyle sıkı tutunursun ki; Gelmiş geçmiş bütün hüzünlerini siler, atar bir dudağın kıvrımı, bir kirpiği ok...

Hisarların, sağlam kalelerin ardına sakladığın ürkek kalbin, bir daha kırılmaya dayanamayacak kadar parçalara bölünmüş o camdan yüreğin, tek bakışla erir...

Bütün kırık parçalar bir araya gelir, tekrar bütünleşirsin kristal parlaklığında..

Ve bir Buse..Hisarların arkasında...

Erguvan kokulu baharda..
Ulaşır sana ulaşılmaz rüzgarlarla..
Geçirir parmaklarını saçlarının arasına..
Bir boğaz vapurunda..
Hisar-Buselik bir şarkı çalmakta..

Dök zülfünü meydana gel.....











Salı, Mayıs 05, 2015

Dil Kursu

Bak saat hala çalışıyor..

Güneş de var üstelik..
Aydınlanmış hava beyaz güvercinlerle..aşağıki komşudan radyo sesi de var havada..
Galetacı düşmüş yola çoktan 84 yaşında, terzi dikiyor  yakası açılmadık umutlarını, günlük sütleri gelmiş bakkalın diziyor gün gün dolaba..
Oltasız balıkçı yine minekopa kalmış kırmızı, yuvarlak, ıslak tezgahında, "ilk çıkan büyük çöpü alır" demiş kağıt toplayıcı, kedilerle yarışta..
Berber ağarttığı saçlarıyla gazetesine dalmış..fırınlanmış ekmek kokusu var üç sokak ötede, akça una bulanmış adamlar çuval çuval taşıyorlar ekmeklerini..sahibini gezdiren sarı köpek, ona bakıp umursamaz gerinen sarı kedi...servis bekleyen uykulu şişko çocuk, otobüs peşinde bir kaç acele adam, hepsi pürtelaş.. Hepsi her sabah burada..
Ben onlardan değilim... 
Seyrediyorum sadece; tâ onlardan biri olduğum güne kadar. Sonra aynıyla vâki aralarında kayboluyorum. 
Yutuyor beni onlar gibi hayat..

Servise git ya AKM ya Haldun Taner önünden.
Ne kadar sanatseveriz! 
-yok abi sen beni yoldan al...
Uykusuz set sabahı, madeni poğaça, metalik çay, kağıdi bardak...
Maç mavrası, set gıybeti, nortfeys nerede ucuz? niv balans ayakkabı Kızılaydan mı?
İlk nerden başlıyoruz abi? gece mi gündüz mü? 
Elinde program var baksana oğlum ! 
Gece var mı bugün? Kaç sayfa?
Canım evladım her gece "gece" var...
Makyaj sırası ne? ayy bıktım şu kızdan yaaa, bir gün dalıcam bak saçına,aa ne sinir ya ! mecbur muyum abi ben? uyuz ya..saydırmaları,
-abi ne olacak bu Beşiktaşın hali?
"Kaç kere söyledim şu kostüm kamyonuna benden başka kimse girmesin" cırtlak sesi,
Yetişir miyiz zamanında öbür mekana? bak saat 7'ye kadar ha iznimiz ! Ben karışmam ! prodüksiyon baskısı !
Hacı bu film biter mi 6 ayda ?
Hani sen arabayla gelecektin bugün?
Ebenin ayakkabısı ne renk?
Hiç bitmeyen alışılmış sabah muhabbetleri...
Hayat akıyor böyle..
Oysa ben....

Yeni bir dil öğreniyorum...
Vicdan ve merhametten mürekkep,
İyilik ve güzellik sözcükleriyle süslenmiş,
Hamurunda sevgi ve aşk olan bir lisan..
Bir dil değil bir gülüş,
Sözlüğünde hisler ve incelikler dolu..




Yeni bir lisan öğreniyorum sadece tek kişinin konuşabildiği..
Onun isminde, onun dilinde..
Beceremesem de en azından deniyorum.
Dışı parlak kağıda gülüşle çevrili, içi hüzün kaplı nefis karamela !
Sorun yok... hepimiz dokununca kapanan "küstüm otu" gibiyiz.
Dokunsan ağlayacak ruhlarımız var lâkin; göz dokununca gülüyoruz..

Hayat akıyor..
Hergün bir gün daha yalnızlık hanesine yazılıyor.
Saat durmuyor bak..!
Daha da zahmetli bir hal alıyor alışılan yalnızlık..
Yıldızları farketmek için birisinin işaretini bekliyoruz daima..
Halbuki; onlar hep orada..Kaldır kafanı bak...Gökyüzü sen kaynıyor..


Bir ateş yanar bazen hiç ummadığın bir anda..
Olimpos'un en tepesinde, -o alev çok uzak, bana ulaşmaz, beni yakmaz.. derken
Promete çalar getirir atar ayaklarının dibine sıcak korları bir anda,

Sen o ateşe harman olursun işte böyle apansız.
Dur bak şimdi saatler beni sen geçiyor..
Ruhumun zilleri seni çalıyor..
Kalk. uyan yetiş, bak güneş doğuyor..
Sensiz geçen her an heder oluyor.

Sıradan bir gün işte..
Kısa, aceleci sabahlar, bitmeyen uzun geceler..
Uzun geceler dudaklarda hep o heceler..
İçimde çalan şu müziği kapatın...

Bana onun gözleri yeter...

Bak saat hala çalışıyor...

Pazartesi, Mayıs 04, 2015

Gecenin şarkısı...


Yaşanır sadece bazı anlar..
An'latılmaz..
Gözünü kırpmadan aldığın nefes sayısı sayılmaz.
Görmek yürektendir, 
Göz sadece aracı,
Zaman dursun istersin, zaman her şeyin ilacı..

Tutup bırakmamak gözlerini 
ve bir o kadar bakamamak..
Kaybolmak hayal denizinde 
Kaybolup da kendini bulmak.

An'lardan oluşur zaman..
O an'lar ancak bizi anlar,
Sevgi diye bir şarkı çalar 
Meşk ile içindeki sazlar..

Serp içine bahar tomurcuklarını
açsın pembe erguvan sarı
Konsun dalına gülün konsun 
Gönlün o en narin bülbülü..

Sensiz geçen günler bilmem neymiş 
Meğer hicran sensiz geçen günlerdeymiş
Sevmek dudaktan dökülen bir söz değil,
Leylak kadehlerden akan bir meymiş.