Pazartesi, Şubat 23, 2015

Ters Kirpi

Oklu kirpinin füze bataryası yoktur, oklarını fırlatamaz, nokta atışı yapamaz, hedefi onikiden vuramaz. 
Sadece kedinin tüylerini kabarttığı gibi oklarını dikleştirir düşmanına gözdağı verir..
Düz kirpi ise bizim gibidir...
Düzdür, sert tüyleriyle kendini güvende zanneder...
Onu ısırmak isteyenlerin ağzına batacağını hayal eder. 
Bütün savunması can acıtma temeline dayalıdır. 

Onun savunmasının içinde gizli olan bu saldırı içgüdüsü aslında hepimizde var.
Hangimiz en ufak bir eleştiride ya da tartışmada kirpi gibi davranmıyoruz?
Sözümüzün üstüne söz söyleyen olursa vay haline...
Bu kafayla insan, Platon'un mağarasında yaşamalı hiç çıkmamalıydı dışarı. Gölgeleri güneş zannedip yaşamak, insanlar için çok daha güvenli nedense.
Hepimiz kendi mağaramızın içinde birbirimizin yüzüne bile bakmadan, gölgelerimizle sohbet ediyoruz. Bu daha güvenli değil mi?
Çünkü mağaranın dışı yani hayat çok rahatsız edici, güvenceli değil. Orada her türlü olasılığa açığız ve bu bizi rahatsız ediyor..
İyilerle kötülerin savaşı var dışarda ama dışarıda kimse yok !
Herkes gölgeleriyle bile kavgalı.

Hepimiz kirpi gibi savunmaya çekilmişiz tek savunmamız ilkel oklarımız...
Oysa ters kirpi gibi yaşasak herşeyi daha iyi anlayabiliriz belki..
Oklarımız kendi içimize doğru olsa, her sinirlenişimizde her savunmaya geçtiğimizde oklarımız kendimize batsa.. İşte belki o zaman kendimizi ifade edebilmemiz için karşımızdakine dikenlerimizi batırmamamız gerektiğini de anlayabiliriz.

Kendini iyi hissetmek için karşındakine acı çektirmek ne kadar kolay bir rahatlama yöntemi değil mi?
Sırf fikirlerini beğenmediğimiz için başka birine hoyrat olmak, hakaret etmek hatta onu incitmek ne kadar tatlı bir zehir...
Hepimiz o kadar sinirliyiz ki; o kadar tahammülsüz olduk ki...Karşımızdaki aynı düşünceleri bizden farklı şekilde ifade etse bile dayanamıyoruz. Dinlemeyi unuttuk, dinlerken kendi sabit fikirlerimizin zincirlerine sarılıyoruz sıkı sıkıya. Bu bizi güçlü ve güvende hissettiriyor. Karşımızdakinin konuşmasını bitirmesine bile fırsat vermiyoruz..
-Sözünü unutma!
-Kestim ama bak şimdi....
-Bir saniye araya gireceğim ama...
ama ama ama ama...
Bitmez bir konuşma ve sadece kendini anlatma isteği..
Oysa iki kulağımız var dinlemek için, konuşmamız içinse tek bir ağızımız. 
Yaradılışta verilen mesaj alındı mı?

Okları her kızışında kendine batan ters bir kirpi gibi yaratılsaydık çok daha dingin yaşardık şüphesiz.
Bu karşımızdakine anlayış, hoşgörü göstermenin şartlı refleksini öğretirdi bize..Her sinirlenişte kendinize batan oklarımız bize doğru yolu gösterirdi sonunda zorla da olsa..

Şimdi biz düz kirpiler bu şekilde yaşamaya daha ne kadar devam edeceğiz?
Belki de belli bir olgunluk gerekiyor hayata karşı başka savunma mekanizmaları geliştirmek için...
Belki bu yüzden yaşlanmak değil olgunlaşmak önemli ve esas saygı duyulması gereken de bu.

Ne yapacağız pekiyi?
Yaşlanmayı beklemek doğruları yapmak için bir bahane mi?
-Nasıl olsa daha zamanım var dur biraz daha kafama göre takılayım..Biraz daha inciteyim insanları, biraz daha böyle küstah olayım..Yaşlanıncaya kadar gücüm kuvvetim yerindeyken biraz daha azayım..

Pekiyi yarın ne olacak?
Daha ne kadar tüketeceğiz kendimizi ?
Etrafımıza daha ne kadar mutsuzluk saçacağız?
Bize uzanan elleri daha ne kadar iteceğiz?
Daha ne kadar görmezlikten geleceğiz içten bir gülüşü ?
Sabah asansörde "günaydın" bile dememek için daha ne kadar bekleyeceğiz kapıdan çıkarken ?
Tahammülsüzlük bizi mağaralarımıza hapsetmiş.
Batılılıların konformizm dedikleri "yanlış da olsa kendi alanında yaşama ve kimseyi o alana sokmama" bireysellik tuzağına daha ne kadar düşeceğiz ?

Oysa mahalle kültürüyle yetişmiştik değil mi?
Komşu teyzelerin verdiği yağlı reçelli ekmekle büyümüştük. 
Paylaşmanın hazzını alarak yetişmiştik hepimiz..
Şimdi mahalle dizilerini bile seyretmiyoruz, sırf o günlerimizi hatırlamamak için...
Hatırlayıp şu anki bencil yaşantımızdan suçluluk duymamak için..
Ters bir kirpi gibi yaşamak ters bize..
Acı vermek daha kolay ve zevkli çünkü karşımızdakine..
Herkes kendi mağarasındaki gölgelerle mutlu..
Yaşasın bana dokunmayan yılanlar !







Cuma, Şubat 20, 2015

Şekspiryen....


Bulutlar bulaşmaz üstümüze başımıza uzaktan bakarken prenses korkmayın !


Bembeyaz olmayı düşleriz bazen çocuk saflığında,
Biliriz kara bulutların ardında güneş bekler bizi lakin,
Şimdi karanlık vakti..
Kirletemez şu gri bulutlar düşüncelerimizi.

Şimdi siz prenses evet siz, erişilmez gül bahçenizde gezin böyle 

umarsızca;
Elinize düşürdüğünüz zavallı sevdaları koklayın sarı güller arasında..

Ve siz haşmetmaap evet siz; bilin bütün dikenleri ayıklamaya hazırdım ben gülistanınızdaki..

Bakın şimdi gökyüzüne görebiliyor musunuz bu fırtınalı gecede yıldızları?
Dağıtmaya taliptim bütün bulutları...
Şimdi şu bahtsız başımda tacım olsun isterse,
İsterse ulaşılmaz güzelliklerin sahibi olayım,
Bir elimde güneş olsun isterse bir elimde ay,
Yetmez bunlar bana biliniz sizin bir gülüşünüz yoksa...

Kaldırınız Ambrosia kadehlerini aptallığımın şerefine,
İçin kana kana, gülün şu saf ademoğluna,

Biliniz prenses uzak diyarlardan kopup gelen bir rüzgar,
Bir gün dalgalandırınca güzel saçlarınızı,
Zarif alnınızdan süzülüp, tel tel dolanır nazik dokunuşlarıyla..
İşte anın beni o zaman..
Kasırga gibi güçlü değilim belki evet,
Ama bir meltem şefkatiyle dolardım avuçlarınıza...

Şimdi uyuyun prenses,
Sizin başınızda beklerim sabaha kadar,
Kabusu olurum en korkunç kabuslarınızın,
Yoldaşı olurum en tatlı rüyalarınızın.
Siz uyuyun...

Sessiz gecenizin sesi olurum...


MURLET...





Perşembe, Şubat 19, 2015

Ol maniler ki....

Fikrim çekilmiş içime..
Yazasım yok, gülesim yok, kızasım dahi yok..
Güneşli günde kar gibi hayat...
Bir yanımız buz keserken bir yanımız yanar kavrulur...

Gökkuşağının bir ucundan tutmuşum karşı taraf görünmüyor..
Uçsuz bucaksız bir reng-ahenk ama tek görünen yokluk...
Korkmuyorum yağmurdan şemsiyem de yok !
Sadece biri elimi tutarsa ıslanmasın diye dışarı çıkmıyorum.

Elma elmadır, ikiye bölsen de elmalığından bir şey kaybetmez..
Ne tadı değişir ne çekirdeklerini saklar senden. 
Paylaşsan da paylaşmasan da elma elmadır..

Nerededir? Üşüyor mudur? Ellerini cebine sokuyor mudur?
Bunların hepsi esas meselenin detayları...
Bunların hepsinin acı cevabı var bir de; "sana ne?" itirazı...

Gene de esas meseleyi değiştirmez bu soru ve verilen cevap..
Esas mesele "düşünmektir"..

Çayın dumanı gibi...faydası yoktur ama görmek güzeldir.
Farzet uzaya gittin farzet bir daha hiç göremeyeceksin...Ne değişir?
Düşünceler görünmediği için görünmeyene daha çok meyleder...

Önemli olan tek şey düşünmektir...
Düşünmekten korkmuyorum, 
sadece  hayat bazen senden hızlı düşünüyor...

Oysa gün, ay, saat, yıl hepsinin döngüsü, zamanı aynı...
Bazen saatler hiç geçmiyor...
Dilinde aynı aynı şarkı ;

Mâni oluyor halimi takrire hicâbım 

Bazen zaman hiç ilerlemiyor....








Pazar, Şubat 15, 2015

Bir "Özgecan" dı...






Satırlar kıvranır acı içinde , 
ağla, ağlat beni, 
yasımı sür kağıtlara kırmızı mürekkeple, 
tut kanlı yasımı, 
unutma, unutma beni !



Çarşamba, Şubat 11, 2015

Nağmeden Nâmeye...

Yazmak kağıt ile kalemin ölümsüz aşkı...
Yazmak klavye ile parmakların rekabeti...
Hangimiz daha hızlı ?
Düşünmenin hızına hangi kalem yetişir ?
Hangi kalem bir sevdayı bitmeden yazabilir?
Tükenmez olan kalem değil sevdadır aslında !
Yazmak okumanın ve sevmenin kaynağıdır..

En son ne zaman yazdınız?
Bir damla mürekkebin kağıdın üzerine yayılmasını ne zaman gördünüz en son?
Yazmak kutsal olmasaydı dinler bile yarım kalırdı.
Papirüsten ceylan derisine oradan parşömene şimdi de camlı bir ekrana...Yazmak nereye yazarsan yaz kutsaldır.
En kutsal olansa kime ne yazdığındır...
Bazen bilemez okuyan nasıl bir ilhamın kaynağı olduğunu...
Her satırın değil, her harfin O olduğunu..
Satır aralarının dahi onunla dolduğunu..

Bu yüzden yazmak sadece duyguların ifade edilmesinden dolayı değil; aynı zamanda duyguların ifade edilemeyişinin ifade edilişi olarak da kutsaldır.

Bazen konuşamazsın, ya imkanın yoktur ya zamanın ya da zamanı değildir henüz.
O zaman yazarsın içindeki bütün arzuları, bütün heyecanları dökersin...

Nereye yazarsan yaz yazdığın her kelime bir gönüle yazılmıyorsa eğer hiçbir değeri yoktur aslında.

Ancak gene de kağıda yazmak gibisi yoktur. 
Kalıcıdır sevda gibi. Ciddidir kağıtla kalem. Uçarı değildir..Virüs giremez aranıza, elektriğin çöpçatanlığına ihtiyaç yoktur. Mum ışığında içilen bir kadeh meyden daha etkilidir mum ışığında yazılan iki satır mektup.

En güzeli nağmeden gelen bir nâme'dir şüphesiz..
Her bestenin içinde nice mektuplar vardır..
Kimi biçâre bir maşukun inleyişleri ,kimi kavuşamayan bir aşığın yakarışları !
Yârin bir bir tel saçına adanmış hayatın ölümsüz nakaratları..
İçimize işleyen bütün o eserlerin kaynağı aslında kağıtla kalemden önce gönüle düşen aşkın kıvılcımlarıdır. Önce onu tutuşturur, yakar, kavurur sonra bize ulaşıp mest eder. 

En son ne renk mürekkeple yazdınız ?
Kime yazdınız?
Son cümlenizin son harfi neydi?

Ne önemi var?
İçinizde size yazdıracak bir nağme olduktan sonra, ha dudağınızdan dökülmüş ha kaleminizden o nâme. Nağmesi olmayanın nâmesi makbul değildir.

 Kalbe düşen bir kaç satırdan daha kıymetlidir kalbe düşen sevda...

İkra....




Salı, Şubat 10, 2015

Gece gibi olmalı.....


Dudak yakan isim koymuşlar sana, 
Bilmeden olamaz..
Tesadüf değildir hiçbirşey..
Tanrı evrenle barbut oynamaz !

Kalıcıdır isimler, insanın içine işler, yansıtır kendini bir aynadan daha keskin..
Işık gibi yansır yüzüne hayatın boyunca ismin.
İçi gülen gözlerin sahibi, ne tuhaftır ağlamak,
Yakışmıyor insana, tasavvur edemezsin kapalıyken bile gülen gözlerin gün gelip ağladığını..
Güzel şeyler düşünme vaktidir artık..

Hayatımız boyunca bazen biz öne geçeriz ismimizden, bazen ismimiz kapıdan önce girer içeri bizden.
Önemli olan ayakta karşılatabilmektir ismini de cismini de.

Ne mutlu ismini satmadan kendi olana, ne mutlu kendini satmadan ismi olana..

İsmini sevmediğin kimseyi sevemezsin...
Dudaklarını yakmalı önce ismin, sonra düşmeli kalbine ateş parçası gibi..
Görmeden sevmenin anahtarıdır isim. 
Diline dolanır durur bir şarkı gibi, gün boyu.
Gözünü kapadığında gözlerini görürsün, 
Sustuğunda ismini sayıklarsın farketmeden.

Bazen radyoda duyarsın adını, hiç ummadığın anda,
Bazen bir teyze bağırır yukardan, eski sokakta..
Ya da görürsün yüzünü,
Hoş tebessümle bir fotoğrafta..

Gece gibi olmalı isim dediğin,
Derman olmalı tüm dertlerine her terennüm ettiğinde..
Yalnız olmalı bütün yalnızlıkları sona erdirecek kadar,
Hem gizemli hem aşikâr olmalı apansız kendini düşündürecek kadar.
Ve huzur barındırmalı, gözlerinde uyuyacak kadar..

İsim dediğin gece gibi olmalı...






Pazartesi, Şubat 09, 2015

Zil Çalmıştır Artık...

Beklediğin zil çalar,
Doluşur içeri beklediğin sesler, sevgiyle sarılır yüreğine. Özlediğini hissedersin sıcak kolların, içten bakışların, hesapsız sözlerin altında.
Dolanır bir kol boynuna, sarılır, kalbine dokunur.
İki zil arasıdır hayat, aynı heyecanla yaşamak lazım. Kutsal bildiğin dualardan daha evladır bir yüzü güldürmek. Sevmek güzeldir ama ya sevilmek? 

Her sabah aynı şevkle kalkamazsın belki. Bazen vurur yüreğine düş kılığında kabuslar. Acıtır canını en dost bildiklerin. Eski sevdalar yeni hüzünler getirir gereksiz...Sevmek lazım hatalarla bizi biz yapan can acılarını. Bütün keşkeleri doldurup çuvala salıvermeli o güzel Boğaz'a. Bir de türkü tutturmalı üstüne, belki bir demli çayla...

Vapurlar kalkar her sabah yüreğimden, içimde bir bahar şarkısı, tatlı bir ses, yanaşır elâ renkli iskeleye..Tut çımacı bağla halatı, kalkmasın artık başka menzile. Sür tahta iskeleleri, bütün acelesi olanlara inat, sakin, sabırlı, sağ ayağımla basayım güzel toprağına. 

Sadece senin duyduğun ziller çalıyor yüreğimde. Her ders sen olsan hep sana parmak kaldırsam keşke. İçimdeki yaramaz çocuğu oturtsan, tutsan yüreğimden karşımda dursan..Talibim, talebeyim seni öğrenmeye, sen kat bana senin sesinle...Söz konuşmam, otururum sınıfın en gerisinde, uslu bile dururum belki, yatışırım gözlerinle. 
İki zil arasıdır hayat...Teneffüssüz sen olsun...Nefesin yeter bana.
Artık kollarım küçük değil belki ama o kadar sıcak. Beni de sev, bak gözlerime, okşa başımı, içimde sakin bir sevgi, bir koşulsuz itaat isteği. Ben de sarılabilirim o kadar sevgi dolu, güven dolu, safça ve çekinmeden. Hayat böyledir, yaralar bazen ama hep bir çıkış yolu verir. Hiç beklemediğin yerden sorar ama bazen cevabını da en güzel yerden verir. 

Zil çalmıştır artık, gözlerinin içine bakan herkes mutludur. Bilmediğim şarkılar çalıyor içimde şimdi. Yeni bir makam yüreğimin en üst makamında hiç durmadan çalıyor...
Zil çoktan çalmıştır artık..
Dilimde yeni bir beste..
Yalnız Sen diyor...

Cumartesi, Şubat 07, 2015

Yanmaz Geceler

Yanacak geceler olsaydı yakardım inan ,
ama geceler yanmak için değil
yaşamak için gülüm..

Ellerini tutmadım yar, yatamam geceleri..
Tutmasam da olur yaşamam geceleri..
Dünya dursa belki,  o zaman kalmazdı ümidim..
Lâkin şimdi yakacak gece olsaydı,
Senin için yakardım inan.

Bir kıymeti olsaydı nezdinde seni sevmemin.
yakardım geceleri kimselere sormadan.
Yaksam duymazsın şimdi, bilmezsin bu geceleri, bu gündüzleri
ne kadar zor geçiyor sensiz, şiirin heceleri...
bilirim zor, uyumak da lazım gülmek için sabaha..
Felaha varmak için uyanmak bir sabaha..
sensiz olmak gibi,
Çocuksuz oyuncak gibi,
boynu bükük kalmak da vardır hayatta,
artık dönmeyen topaçlar gibi..
tavanarasında unutulmak gibi 
sesin kulaklarımda
o lambalı radyoda,
duyar mıyım acaba bir kez tutsam elini ?
sessiz geceler gibi...

Yakardım geceleri beni duysaydın ey yâr,
yüzünde bir tebessüm olabilseydim ey yâr
tutup ellerini sürüp yüzüme 
sesin duyup gülebilseydim ey yâr..
yakardım geceleri 
yakardım heceleri ey yâr..

Ama biçâre
İçim sensiz dışım sensiz
Mecnun gibi oldum sensiz
bir nigâh et içim sensiz
günler  geçmiyor leyla
sensiz dönmüyor dünya..

Yakardım geceleri
tutabilsem elini
görebilsem yüzünü
Bahtsız gün doğmadan leylâ...






Perşembe, Şubat 05, 2015

İlham ile Mecnun

Kaf Dağı'nın çok da uzak olmadığını düşünelim bir; ardı da uzak olmaz artık. 
Bütün masalların meşhur makamı Kaf Dağı ayağınıza geldi.Buyrun ....

Devler, cüceler, keloğlanlar, uzun saçlı kulebend kızlar, fasulye sırıkları, Deli Dumrullar, Dedem Korkutlar.Hoşgeldiniz.
Bendeniz Mecnun !
İlhamlı Mecnun..

İlham peşinden yollara çıkan, aklını yitirip çöllere düşen bahtsız kahraman..

Kolay değildir Mecnun olmak. Talip olmak gerekir evvela...Sonra tarik olmak gerek o ilhama..Hak etmek gerektir zira.
Vazgeçmemek belki de vazgeçememek olmalı fıtratında.

İzinden yürüdüğü kimse yoktur Mecnun'un kendi izini bırakır kumlar üzerine. 
Takip etmek zordur menzili belirsizdir onun..
Hedefi belli, varıp varmayacağı muamma bir seyahat içindedir. 
Aslolan varmak da değildir zaten...Aslolan Mecnun olabilmektir İlham'a..

Bu ateş yoksa içinde hiç baş koymamalıdır yola.
Herkes severim der de gerçek sevdalılar buna güler elbette..

Gerçek sevda içinde ayrılık vardır, vuslat emeli vardır. 
Aynaya bakmak gibidir sevda, aynaya bakıp kendini görmemektir, heryerde O'nu görmektir; 
Ağacın dalındaki yaprak, kirpiğindeki yağmur damlası, bulutun bembeyaz kıvrımı, unutulmuş bir şarkı, çekmecedeki kurumuş kalem, nereye bakarsan O'nu hatırlamak değil O'nu görmektir sevda...
Güneş varken mehtabı seyredebilmektir sevmek...
Kalbinle, ruhunla, ait olabilmektir bir başkasına...
Tek kurşun atılmadan teslim alınan açık şehirler gibidir sevgili. 

Masal kahramanları bu dünyadan çıkmıştır. Bütün hayali düşmanlara karşı kazanan daima akıl ve sevgidir. Zihnimizde yarattığımız ulaşılmaz menziller, gizemli yollar, tehlikeli canavarlar; hepsi bu dünyanın mahsuludür aslında. Hepsinin simgesel anlamı karşılaştığımız zorluklar ve kötülüklerdir. 
Herşeye rağmen masal kazanır, Masal gerçeğin ta kendisidir aslında.

Getirin şimdi karşıma şu yeldeğirmenlerini, Mançalı Don Kişot olasım var...Güzeller güzeli Dulcinea del Tobosso...Sen beni bilmezsin ama...Ben savaşırım bu devlerle senin için...

Bu zavallı adamların hepsi Mecnun aslında, Uyuyan güzelin beyaz atlı prensi, Rapunzel'in fedakar aşığı, Kül Kedisi'nin soylu sevgilisi vesaire.. Hepsi kızı kurtarır ve ömür boyu mutlu yaşarlar..Ya olmasaydı onlar ?

Mecnunun kör bir halde çölde dolaşıp ilhamını araması sembolik bir arayış değildir. Mecnun olmak zaten İlhamından başkasına tamamen kör olmak demektir. Başka sesleri işitmez, dünyanın hilelerine kapalıdır kalbi..Kumlara gömülüdükçe yükselir mertebesi..

Marifet Mecnun olmak değil, İlham'ını bulabilmektir oğul..

İlham ile Mecnun'dur bütün şarkıların sahipleri.



Salı, Şubat 03, 2015

Sahibinin Sesi


"Her sesin bir sahibi vardır..
O sahibin de sahip olduğu kimseleri..."

Taş plakların üstünde mahsunca önündeki gramafona bakan masum köpeği görmüşsünüzdür. Adı Nipper onun..Çok da içli bir hikayesi vardır aslında..Anlatırım...

Kendimi son günlerde o Nipper'ın duruşuyla yakaladım bir kaç kez.

İnsanı bu hale ne getirir ?
Bir köpek gibi olmak değil mesele, sadık olmak...
Görmeden, bir sese vurgun olmak..
Sesin altındaki o ruh tutar elinden, en istediğin yere götürür seni.

Hissetmek böyle birşeydir işte..Taşın sert olduğunu bilirsin, acın dert olmaz artık sana eskisi kadar, 
ya da çok sevinemezsin artık, çünkü hep bir şeyler eksiktir sanki..

Sahibin olur o ses...!
Ve sen,
Sahibinin Sesi' ne teslim olursun.

Neden?
Neden milyarlarca ses içinden bir ses seni alır, böyle hapseder içine?

Neden sadece sen duyamaz olursun başka sesleri?
Kainatın içinde dolaşıp duran frekansların içinde bir tek sahibin olur.. Neden?

Bunun cevabı o sesin içinde saklıdır. Sesin kendisinde değil, içinde..
O ses öyle bir membâdan çıkmaktadır ki; saflığın ve iyiliğin yansıması olarak sana akseder.
Gönülden taşan her kelime adeta kendi aslını haykırır...
Yalnız Sen !

Şu Nipper'a gelelim ;

Köpeğin sahibi ölmeden önce, bir kaç kayıt yapar kendi sesiyle. Adamcağız vakit gelip göçünce, ağabeyi köpeği Nipper'ı ve gramafonunu alır. Bir kaç kez ağabeyinin sesini bu gramafondan dinler, üzülür ve kaldırır kayıtları, bir daha dinlememek üzere, üzülmüştür. Oysa Nipper artık gramafonun başından ayrılmamaktadır. Sahibinin Sesi'ni tanıyan Nipper aletin başında oturup sevgili sahibinin çıkıp gelmesini beklemektedir umutla ve hüzünle. 

Zavallı Nipper hiç bir zaman bu isteğine kavuşamasa da, ressam olan yeni sahibi onu içlendiren bu pozu adeta ölümsüzleştirmiştir fırçasıyla. Yaptığı resmi dünyaca ünlü bir plak şirketine cüz'i bir miktar paraya satar. Bu resim dünyanın en büyük müzik simgelerinden biri olmuştur artık.

İşte saf ve çıkarsız sevginin en büyük nişânı !

Sahibinin Sesi olmak bunu bilmeyenler için bile güzel...

Sahibimin Sesi'ni dinlerken bir küçük masum köpek olmak hiç de bu kadar mutlu etmemişti beni...

İnsan sadakatinden utanmaz zira !






Pazar, Şubat 01, 2015

Çölsüz Kahramanın Dönüşü

Çöl yok buralarda biliyorum, yüreğimden başka
Uçsuz bucaksız, kör-topal sadece aklımı başıma toplayıp sana geliyorum.
Kaf dağında yer yok kalmadı
Sürükleyip yarım aklımı ardına düşeceğim, 
Hayalini kuracağım bir tac mahal yok.

Semanın şu ikinci el yıldızlarına gerek yok 
Şu deli denizlere,
Şu dingin ufuklara da..
Al hepsini al.
Aşıkların kullandığı bütün kelimeleri de al
Bu gözleri de, bu elleri de
Hepsini al
Hüzünlü bütün şarkıları da al, 
Kenarı çatlak buğuk kadehlerinde..
Söyleyip dursun sarhoşlar sabahlara kadar, istemez.. 
Şu çiçekleri de al, sevgiliye derilmişleri
Koparılıp koklanmış gülleri de
Ayağına serilen kan karanfilleri de al..
Çiçeklerin bir harfi eksik kalanını buldum say..,
Adına yazılmış şarkıları, yakılmış türküleri 
İsmin ezberlenmiş bütün şiirleri de al..
Doldur yağmur bulutuna hepsini, gönder.
Hepsini verdim..
Seni ver bana yeter.
Hırsızlar kitap sayfalarını çalmaz
Bir onlar kalsın 
Bir de sen kal
Bir de... o sabah çayı gözlerin..

Çöl yok buralarda biliyorum 
Çalınmış hepsi bir masal diyarında..
Ama o çöl de o masal adın gibi aklımda..