Pazar, Ağustos 28, 2016

anastas mum satsana ya da tersi....


Bitip tükenmeden aynı yalanlara tıklıyorsun nette, aynı yalanları okuyorsun dönüp dolaşıp. 
Bir de okumayı sevmezmişiz !
Yalan !
Yalan okumayı severiz,
Yalan yazmayı sevdiğimiz kadar.
Yalan yaşamayı,
Yalan sevmeği,
Yalan söylemeyi yalan saymayız bile.
Yalan yuva yapmış içimize.

Kaç kere okudun olmayan Türk piramitlerini ?

Uzay gemisinin Rusya'da gövde inişi yaptığını ?
Hangimiz bilmez, Baltacı Mehmet Paşa'nın Çariçe Katerina seferini ?
Kaç kere paylaştın, caminin kapısının kilit taşına Mimar Sinan'ın şişe içinde;
"Bunu yazan tosun, o taşı yerine ko'sun" ! yazdığını.

En büyük yalanlar en  gerçek bilinenler oluyor.

Severiz yalanı "at yalanı dinleyelim" deriz birbirimize.
Yalan söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar da, velkam tu onuncu köy..

Gerçekler yalan kadar tatlı değil tabii.

Acıtır, can yakar gerçekler. 
İşte o yüzden filmler var, o yüzden bu romanlar, bu diziler bu hayal kahramanları hayatımızda.
Süperman deyyusu, şeytana uyup bir üfürükte dünyayı yakıp kül etse oysa !
Ya da içip içip dağıtsa obi van kanobi...!
Ama olmaz, yapmazlar, yaptırmazlar. 
Bizim "hayali kahramanlara" ihtiyacımız vardır, bilirler. 
Gerçek kahramanlarla işimiz olmaz. 
Onlar bizim meşrebimize uymaz !
Ya laik kafirdirler ya yobaz şeriatçı,
Ya gavurun dölüdür onlar, ya arabın yaleli.
Bizim gerçek kahramanlarla işimiz olmaz !
"Aslan Yürekli" Rişar'ı 10 yaşında biliriz de, 
Sultan Alparslan'ın adını kitapta bile bulamayız.

Sevmeyiz biz gerçekleri...

Yalana doymayız. 
Beni neden aramadın ? diye sorana
-Canım istemedi demeyiz..
Şarjı bitiririz.

İnsanoğluna yalan söylemeyi siyasetçiler öğretti.

Yalana inanmayı, yalana kanmayı, yalanın ne kadar sıradan bir şey olduğunu, yalan söylemenin günlük hayatın basit kurallarından biri olduğunu hep onlardan öğrendik. 

Ama önce aileden aldık yalan eğitimimizi.

-Anne bana bunu al... 
-Param yok almamam.
-Hayır paran var !
-Evet var ama alamam.
- ??
-Baban kızar.
-Kızmaz..
-Kızmaz ama alamam..
-??
-Çünkü sende bundan beş tane var.
-Tamam o zaman param yok deme, babam kızar deme.. Anlat bana gerçek sebebini anne..Bana yalan söyleyerek, yalan söylemeyi öğretme !
Basit ama binlerce kez duyulan bu konuşmalar, çocukken yalanı kanıksamamıza sebep oldu.

Küçük yalanlarla küçük yaşta tanışıp, yalanla birlikte büyüyen çocuklar için yalan söylemek vaka-ı adiye haline geldi serpildikçe. 


Oysa "cehennemde yanması kesin olan"! "ahlak ve terbiyeden yoksun" batılı gavurların ! hayatta çocuklarına ilk öğrettikleri kural "yalan söylememek"tir. 


Dinle yalanın kıyası yapılmaz elbet. Yalancının dini imanı olmaz zira. 

Dünyanın en büyük yalancıları ateistler mi ? Onlarda da vardır elbet ama...
Bizim tanıdığımız 100 büyük yalancı içinde, kaçı hangi dine mensup ? buraya yazmayalım, yüzler kızarmasın.

Yalan ve riya toplum içinde yaygınlaştıkça sahte bir mutluluk yayılır içten içe. 

Yalanın yarattığı bu geçici sersemlik, giderek kalıcı bir hâl alıp ve algıları ters-yüz etmeye başlar. 
Bir süre sonra yalan içinde yüzen insanların, gerçekle ilgileri kesilip, hakikatle yalanı ayırt edemez vaziyete gelirler.
Gerçekleri söyleyenlere karşı kin ve nefret duyulmaya başlanır.

"Bizden değil" damgasını yiyen hiç bir dürüst insan, toplum içinde kabul görmez hale gelip, dışlanır.

Buna mukabil, insanlara en büyük yalanları en güzel şekilde söyleyenler, kaba bir uslup kullansalar dahi, giderek muteber insan haline gelirler. 

Örnek vermeyelim, başımıza iş almayalım "Ohal"de.


Zaten yalan ile ilgili bu gerçekleri yazmak yeterince öfke uyandırmıştır çoktan, bu satıra kadar !


Pekiyi, ne yapalım o zaman?

Şu önümüzden geçen parlak yalan kuyrukluyıldızına biz de mi atlayalım?
Biz de mi kapılalım bu yalan rûzigarina ?
Biz de mi kolay yolu seçelim muteber insan olmak için?
Yağcılık, adam kayırmacılık, dalkavukluk dergâhına biz de mi baş koyalım ?

Öyle ya ?

İnsanmışız ki binmişiz Nuh'un gemisine..
Bile bile lades yapmaz ya yaradan?
Biliyordu insanın ne tıynette olduğunu da, o yüzden yılanlarla koyun koyuna gittik onca zaman, kaplanlarla yanyana uyuduk Cudi'nin tepesine konuncaya dek.
Karaya ayak basıncaya kadar kurtla kuzu kardeş değil miydi o gemide kardeş?

Öyle ya ?

Hangimiz insan olmadık bu yalan dünyada ! 

Essah mı? Valla de? Yalancının... Gerçekten mi ? Sahi mi diyorsun? Yemin et, Kuyruk salla !!

Bu çağda gerçeğe inanmak işte bu kadar zorken, insan olmaya çalışıyoruz hâlâ...

Yalan mı ?










Pazartesi, Ağustos 15, 2016

Vakit Tamam


Zaman geçiyor...
Ve giderek çürüyorum içten içe...
Yalnız ben değil..
Sen de..
Sen de..
Hatta sen !
Sen de..

İçimizde neler oluyor?
Damarlarımızda akan kanın içinde neler var?
Nasıl hastalıklar yiyip bitiyor bizi gizlice ?
Bir kaç yıl sonra kendilerin gösterip, zamanın tükendiğini söyleyecekler...
O vakte kadar ne yapmayı düşünüyorsun?
Ölüp gitmeyi bekleyen insanlar sürüsü bu.
Ama ölmeyi akıllarının ucundan bile geçirmeden..

Zaman doluyor..
Kimbilir ne rüzgarlar esecek arkamızdan?
Şu an yaşananların hepsi birer masal olarak hatırlanacak bir nesil sonra..
Belki, hatırlanmayacak bile !

Sesinin yankılanıp döndüğü şu duvarlar..
Şu yapraklarını gördüğün ağaçlar,
Şu gökyüzü, şu grimsi bulut, şu akıp giden boğaz...
Arkamızdan sövecek insanlar...

Bak; ne sevgi kalacak ne acı..
Farkında mısın?
Sen ölünce dünya da ölecek..
Sen ölünce seninle beraber herkes ölecek..
Karıncalar, tapirler, salaklar ve atomlardan oluşmuş içine ruh üfürülmüş her şey..
Moleküller de ölecek türküler de...

Zaman doldu....
Ya da filmlerdeki gibi..
Vakit tamam..
Fark etmez..

Yaklaş aynaya gözlerine iyice bak..
Kaç kişi gördü doğduğundan beri bu gözler ?
Kaçı sağ?
Kaçı yaşıyor da şimdi yanında?
Vapurdan inerken yanından geçip giden o kadın..
Ya da sana not veren o öğretmen..
Ha duyamadım ?
Duvardaki yazılar bile siliniyor.

Geçip gideceksin sen de..
Şu hastalıklı hayat,
Şu adem-i merkeziyetçi sofralar.. hepsi..
Bitecek..
Tanklar, toplar seni öldüremeyecek.
Güldüremeyecek seni hiçbir bebeğin gülüşü.
Senden sonraki şarkıları da duyamayacaksın. 
Feza da hayat olursa onu da göremeyeceksin. 
Hepsi bitecek sen gidince.

Bitecek de güzel mi olacak bilmem..
Bittiği yere kadar mevzubahis şimdi.
Gerisi senin eserin.

Şimdi dur...
Gül biraz...
Bakalım kaç kere gülmüşsün...kayıtlıdır bir yerlerde çıkar karşına..
Kaç kere ağladın pekiyi?
kaç kere yatağını ıslattın bakalım?
Kaç kere sevdin?
Kaç kere gördün en son çıkan filmi ?
Bırak saysınlar sana ne?
Hesabı ödersin hayatınla.
Üzülme boşuna, bak geçiciymiş dünya..
O zaman neden acı var?
Neden vergi var ? 
Neden su parayla?
Neden imtihan var?
Bana sorma...

Ben geçemedim...
Kalanlara selam olsun.

Ruh ikizi varmış ya.. Ya ruh üçüzü varsa?
Nereden bulacaksın onu ?
Bulmasan da nefes alıyorsun işte..
Nefret dolu, öfke dolu fikirlerin de var üstelik...
Hep güzel şeyler olmasını istiyorsun ama etrafına dağıttın sadece cüruf.
Beklenti 10 
Huzur 0

Ormana bıraksam on dakikada on ağaçla küsersin.
Kuşlarla aran açılır göz göze gelemezsin..
Balta girmemiş orman mı bıraktınız?
O yüzden bak..
Sakinleş..
Zaman doluyor..
Ya da 
Vakit tamam...

Hayattan ne istiyorsun?
Derdin ne?
Saat ileri giderken, geriye doğru sayar hayatın sayacı..

Şimdi durma;
Sev o ağacı,
Öp şu kuşu.
Göm baltanı toprağa.
Nefretinle falan bağırış çağırış kavga et..
Hesaplaş hayatla kalan zamanında 
Ama unutma... içinde saatli bomba..

"Zaman doldu"
Ya da 
"Vakit tamam"

denene kadar...

Son uyarı...

Teslim ol hayat, eller yukarı. 




Pazar, Ağustos 14, 2016

Kara topraktır...

Dünyanın en zengin insanıyım, dostlarım yok..

Beni ilk fırsatta arkadan vuracak,
Her fırsatta kuyumu kazacak,
Hiç kaçırmadan aleyhime konuşacak,
Durup dinlenmeden beni baltayacak,
Daima başarıma engel çıkaracak,
Bütün sevinçlerimde üzülecek,
Bütün kederlerimde kahkahalar atacak,
Her gün yüzüme gülüp, her gece aleyhime konuşacak,
Küçük kazançlarıma tahammül edemeyip,
Büyük kayıplarımda zil takıp oynayacak.
İnsanların beni sevmesini sevmeyecek,
Beni sevmeyenleri kendine dost edinecek,
Rakiplerimle samimi, yanımdakilerle mesafeli olacak,
Sevdiklerimden nefret edip, sevmediklerime tapacak,
Yüzüme gülüp içinden lanet okuyacak...

Çok şükür ki; dostlarım yok...
Beni dost sahibi yapacak.