Cuma, Nisan 24, 2015

İnce Sızı


Düşünceler üflerim sazıma 
Düşünceler düştüğünde aklıma
Her derdi kalem yazmaz kağıda
Görünmez ellerin, dilsiz dillerin
Hiç gitmeyen sesin, var kulaklarımda
Ya gözlerin ah gözlerin
Tüm sözlerin ince sızı
Düştüğü yeri yakan meşk hırsızı.

Ben buradayım diyen bir kalp ağrısı
Ay parçası yürek yarılmış ortadan
Yere düşmüş sevdaya "Ol" demiş yaradan
Hasret geçmez görsen de kalbin buluşmayınca
Aşıkın dışını değil içini dinlemektir esas

Hüzündür böyle bizi biz eden 
Tutup elinden tutup da giden
Siyah duvarların kömür isinden
Beraber yanarız  beraber çıkarız
Derin sulardan gök maviliğinden
Aydınlık caddelerden beraber koşarız
Atlarız üçer beşer kedi merdivenlerinden

Sıcaklığın geçer tenime
Islatır bahar yağmurları omuz başlarımı
Beraber güleriz hazan geçince..
Kalp hep ince sızı
Akmayan bilmez soğuk denizlere
Kavuşmak damla damla içine.

Bunlar sevinç çığlıkları koca albatrosların
Duy..
Sesim adsız diyarlardan
Gece biter
Gün bitmez
İçimizde ince sızı.

Işık harmanlarız güneş tarlalarından
Biz doğar biz batarız.
Dinmeyen yaraları biz sararız...
Sevda türküleri yoksa adımıza
Onları da biz yazarız.










Salı, Nisan 21, 2015

Öz-lem



Sevdikçe özlenir, özlendikçe sevilir..

Sevginin içindedir özlem...
"Öz"lemek.. Kendinden bir parça hale getirmek yüreğini alanı..
"Öz"lemek yârin yolunu gözlemek..

Özledikçe anmak adını, geceler boyu, gündüzler eni...
Özlemek bir eli, bir dudağı, bir gözü özlemek değil..
Nasıl ki; özlemek bir hâldir..
Yârin her halini özlemek de işte böyle bir hâldir.
Hâlden hâle geçtikçe özlemek değişmez, mekan değiştikçe, uzaklaştıkça-yakınlaştıkça, gördükçe ya da görmedikçe özlem değişmez hep aynı kalır adı. Çoğu azı birdir eğer "öz"lediysen O'nu !

Sevginin elinden tutan için, elini tutmak-tutmamak çok da önemli değildir.
Yüreğini tuttuysan eğer sıkı sıkı, gözlerinin rengi kağıt üstünde yazsa ne olur? yazmasa ne?

Bütün koşturmaların, yorucu hayatın içinde "bir an" aklına gelip sadece "bir an" yüzünde gülümsemeye sebep olamayacak kadar o kısa "bir an" bile, içini rahatlatmaya yetiyorsa; gönül sevmeyi haketmiştir. 
Ya sevilmeyi? Onu bilemezsin...Seninle ilgili değildir sevilmek. Sevmenin karşılığı sevilmek değildir. Eğer öyleyse gerçek sevgi bu değildir. Sevginin karşılığı olmaz çünkü, değer biçilemez buna. Bir ölçü birimi yoktur sevdanın paha biçilemeyen bir elmas değildir sevgi...
Sevginin ölçülemez tek bir değeri vardır o da "özlem"

İkinci ismidir özlem sevdanın !

Ruhunu terbiye eden, içinde koşan sahipsiz yılkı atlarını ehlileştiren bir öğretmendir özlem.
Düşünmek bile yakarken içini, düşündüğünü yazdıracak kadar bir kor ateştir..
Kelimelerin gerçek sahibidir o, ruhunu ele geçirmiş melek, uçsuz kanatlarıyla sarıp sarmaladığı herkes gibi seni sarmasa da, varlığına iman etmiştir gönül..ve sırf bu yüzden gün ışığı gülümsemelerini uzaktan ezberine alırsın kazırcasına. 
Dokunsan gülüverecek ağlamaları hep içinde yaşatırsın. 

Sokaklarda nâra atma vakitlerinde bir zamanlar; tuzsuz deli bekir adamlar gibi gecenin en dip saatlerinde, gecenin gerçek sahibine yüz vurup, ıssızca susarsın imkan olsa ayaklarının dibinde..
Bütün kırılgan yüreklerin tek ilacı vardır oysa; kırmamak...

Narin bir gelinciği nasıl ki koparamazsın dalından, kıyamazsın boynunu bükmesine, kırmızı elbisesine nasıl ki sadece sevgiyle bakabilirsin, işte öyle sevmelisin, sakince..
Yolun kenarında tek başına açmış, hassas ama isyankâr, narin ama güçlü, tek başına ama dimdik kalmış, ruhundaki isyanın rengi kırmızı elbiseleriyle gerçek bir kardelenden daha güçlüdür belki Gelincik...

Özlem yârin ikinci adıdır.

Yazdıran O'dur satırları; dünya görsün diye ateş denizinden yükselen alevlerini..
Dua olur bazen dudağında, bazen bir türkü, bazen bir ıslık olur bazen bir tebessüm gözlerin en ırağında..

Bir demet çiçek anlatamaz derdini özlem boynunu bükmedikçe..
Sevdanın ellerinden tutmak marifet değil, gözleri değmedikçe...







Pazar, Nisan 12, 2015

Sine-masal



Sinema bu ülkede hep sancılıydı, hiçbir zaman özgür bir ortama sahip olamadı. İlk baskı her zaman sanata, en önce de sinemaya uygulandı. Sinemanın görsel-işitsel gücü siyasi erki her zaman korkutmuştur. Her zaman sinemayı çekip çevirmeye uğraşmışlar bazen başarmışlardır. Sinema, sanatların özetini taşır içinde. 


Resim, müzik, plastik sanatlar vs. sanatın belli başlı doktrinleri sinemayı var eden etmenler olmuştur her zaman. O yüzden sinemaya uygulanan baskı, bütün sanatlara uygulanan baskıdır aynı zamanda. Dolayısı ile ülkede sinemanın ilerlemesi özgürlüğün ilerlemesidir.Belki de sırf bu yüzden hiçbir zaman özerk bir yapı kazanamamıştır sinema. Ya devlete ya tüccarlara bağlı olarak varlığını sürdürdü bu zamana kadar...Devletin "resmi" kurumsal sinemacıları ile gayrı resmi "tüccar" sinemacılarının dışında nefes alma imkanı tanınmadı sinemacılara, bir kaç cesur adam dışında..Hâlâ bir iş kolu olarak sinema çalışanları yok sayılmaktadır devlet tarafından. Primleri minibüs esnafıyla aynı sınıfta yatırılır SGK'da.

Devlet sanatçıdan hep korkmuştur Münir Nurettin ve Sadettin Kaynak dahi sanatçı ibaresiyle sigortalı olamamıştır. AKM 7 yıldır kapalı diye şikayet edenler, sinema salonları kapanıyor diyenler "Gezici" ilan edilmiş aslında gerçeklerin üstü kapatılmıştır. Ortada olan tek gerçek, ülkede sanatçıların mesleklerini icra edemedikleri için başka işlerde çalışıyor olmasıdır. Şanslı "sanatçılar" ikinci bir meslekleri varsa yaşamlarını sürdürebilirlerken, diğerleri için devlet, düşkünler evi açmak istemekte !

Sanatıyla bir gelecek inşâ etmek isteyenler için Türkiye yanlış bir ülkedir. Gençlerin sanata yönelmeleri ancak bir "meslekleri" olmaları halinde geçerli olmakta, sanat yeni nesliller için ancak hobi düzeyinde kalmaktadır. Binlerce yetenekli genç keşfedilmeden heba olmaktadır. 

Konservatuarlardan mezun yüzlerce genç, her sene iş bulamamaktan dolayı başka mesleklere mecburi geçiş yapmaktadırlar. Konservatuar mezunu genç ile tıp fakultesi mezunu genç arasındaki mesleki algı farkı toplumsal bir gerçektir. 
Kimse sanatçıya meslek sahibi biri gözüyle bakmaz. Yazar, senarist, oyuncu, ressam,müzisyensen eğer, -mesleğin ne? diye sorarlar....Toplum bilir ki; bu mesleklerin sahipleri kolay tutunamaz hayata, diğer mesleklerdeki kadar imkan bulamaz, tutunacak dalları azdır. Mutlaka ikincil bir işleri olmalıdır "sanatçıyım" diyenlerin. O yüzden bu soruyu sorar eş dost, akraba tanıdık gence; -Tamam sanatçısın da evladım; senin işin ne ? !

Sanatın maddi değeri, en pahalı, en lüks zevktir bu ülke insanı için. Bir paket sigara kadar değeri yoktur bir kitabın, bir filmin, bir konserin. 

"Sinema üzerinde baskı var" sözü bile sizi bir anda başkaldıran azılı anarşist ya da "Gezici" yapmaya yeter de artar Türkiye'de..Bu sözün bittiği yerdir.



Çarşamba, Nisan 08, 2015

Koşulsuz Koşuk....


Uzaklardan bir yel esti bağrıma
Nerden merhem bulsam gönül ağrıma?
Bu ayrılık yetti artık cânıma
Ey sevgili yeter düşme yâdıma..

Bir gül sevdim onun adı leylaymış
Bir gün açar ise bir gün solarmış
Meğer bu ayrılık ne de yamanmış
Gel sevgili yazık etme kuluna..

Yâri gördüm dudakları gül idi
Benim garip gönlüm uçan kül idi
Boynu bükük naçar bir bülbül idi
Gel ey nazlı yarim beni bırakma..

Aşıklara kanun ferman işlemez
Mecnun Murat ne söylese kâr etmez
Çöllerden geçilir yardan geçilmez
Gel ey seher gözlüm beni ağlatma
Yaman ateşlere gel beni atma...

..................................................................

Aşık Murâdi...8,4,2015 17:27


Cuma, Nisan 03, 2015

İÇ SES


Küçük bir kız çocuğu muydu ? yoksa aniden parlayan bir şimşek gibi heryeri apansız aydınlatıp durulan bir diva mı?  

Gözlerin değmediği zirvelerin tepesinden aşağılara, garip insanoğluna, biraz mütebessim biraz sevgi biraz da hüzünle bakan Hera gibi vakur ama her an Olimpos'un tepesinden aşağıya inip durgun ırmakta ayaklarını çırpacakmış gibi neşeli.

Aynanın ön yüzü gibi gördüğünü, gerçeği yansıtan, arkası gibi sırlı ve sessiz...
En büyük bulutun en beyazı gibi narin, en dolu, en yüklü bulutun ağırlığı gibi dokununca yağmur sanki.
En büyük çöller gibi ıssız ve derin en büyük göller gibi sisli ve durgun...
En uzun gecelerin kaldırımları gibi sakin en renkli geceler gibi ışıltılı..
Kırmızı yumak görmüş bir kedi kadar heyecanlı sobanın yanında kıvrılmış içini ısıtan bir sarman kadar uysal.

Su gibi berrak su gibi hayat veren su gibi kaynağından taşan, su gibi serinleten, su gibi içini yakan, su gibi sarıp sarmalayan, su gibi aşağılara çeken, su gibi kaldıran, su gibi içine daldıran, su gibi dingin,  su gibi hoyrat, su gibi akan, su gibi duran, su gibi sızan yüreğe, su gibi damla damla dolan içine, su gibi duman duman tütüp buhar olan, su gibi ele avuca sığmaz, su gibi saklamaya gelmez, su gibi sıkılmaz, su gibi bırakılmaz, su gibi her engeli aşan, su gibi sarıp korursan yaşam veren,

Ferah günleri olmalı insanın gecelerine huzur veren, 
Düşündükçe düşündüren gözleri olmalı yârin, 
Yüzünü, ellerini, saçının bir tek telini ayırmadan hepsi tek tek sevecek kadar gönlü olmalı insanın..

İçindeki iyiliği görüp, iyilik verecek cesareti de olmalı üstüne..
Dokunsan kırılacak bir narin yüreği tutmayı, bin savaşı kazanmaya yeğ tutan bir kahramanlığı olmalı üstelik. 

Sevmek ciddi şey...
Sevilmeyi düşünmeden seviyorsan boş kağıt versen de geçersin bu sınavdan..
Aklına bile gelmezken sevdiğinin sen türküyorsan içinden, kağıtların ucunu yakıyorsan ona tek tek sabah seherinde...
ve gözyaşı akmaya hazır çavlansa içinde, her an her adı geçtiğinde...

Sus kimseye söyleme...zaten için dolmuş taşmış ismiyle..

Bir ses yaşatıyorsa, bağlıyorsa hayata seni böyle..
Ve iç sesin olmuşsa kutsal nefesi...
Gözlerini kapadığı her ânı bekliyorsan bakmak için yanmadan,
Başın dönüyorsa bir gülüşüne,

Sus söyleme !

İçindeki sesi duymaz kimse...
Bütün dünyaya haykırsa bile..

Yalnız Sen diye.