Salı, Ekim 10, 2017

Bilme-sen

Yavaş söylenen şarkılar daha mı çok acıtıyor?
Yoksa sözler mi esas can yakan?
Gözler hakkında herşey aslında...

Küçük balık, 
Sessiz adımların sanki yer kabuğunu incitmek istemezmişsin gibi,
İçimde aceleler yanarken, "dur" diyor, sevmediğin beyaz yüzün, bitişik pabuçların ve o meşhur çorapların..
Dur n'olur?

Çok geç...
Dünyaya erken gelmenin güzel yanları var elbet..
Horoz şekeri, radyo tiyatrosu, sütçü, dondurmacı vesaire vesaire..
Geç gelmenin tesellisi ise..
Yok..

Yok sevmemeli hele yağmur yağarken hiç,
Bak bu gelip geçen bulutlar bizim değil..
Bilirim, hiç olmayacak..
Ama hep öyleymiş gibi bakacağım onlara...
Unutmamak için şekillerini,
Saçlarına baktığım gibi bakacağım..
O buğulu cama benzer bakışın gibi,
Tarifi olmayan renkte ipek kirpiklerin gibi bakacağım. 
Sessizliği senden öğrendim pürtelaş sokaklarda,
Sakin gülümsemeler de mümkünmüş meğer,
Senden öğrendim sükûnet içinde durmayı,
Senden öğrendim ufaklık böyle yanmayı.

Zaman; gerisiz, şimdili, ilerili...
Yokluğa kadar beklemek zor,
Şimdi gelsen?
Durgun bir suya bakar gibi geçiyor hayat..
Ve vakit azaldı..
Şimdi gelme vakti..
Gel...
Hiç birşey bilmeden..
Beklediğimi bile...




Perşembe, Eylül 28, 2017

ıslakî

Islandım,
Kalabalıktı,
Ellerin, kaşların, gözlerin, dudakların, benim olmayan sözlerin vardı.. 
Aklımda..
Kimse görmedi, kimse duymadı korkma..
Yağmurun da umrunda değildi...
Islandım...
Sen yoktun yanımda...


Pazartesi, Temmuz 03, 2017

Bir belirsizlik kuramı olarak sinema.

Sinema tek başına yapılan bir sanat değil... 
Bir yerden destek bulup (ya da bulmayıp) ele kağıdı, kalemi, paleti, fırçayı spatulayı, enstrumanı, kamerayı alıp üretilebilecek sanat değil. Kolektif bir çalışma gerektiriyor sinema. Gönüllülük, imece usulü ile çalışmak da ortaya bir sanat eseri koymak için gerekli motivasyonu sağlayamıyor. Sanatçının üretimi için, bir takım zincirleri oluşturması ya da ayağına dolanan bu zincirlerinden kurtulması şart. 

 Sinema bu haliyle belki de bütün sanat dalları arasında en az ciddiye alınan en ciddi sanat. Yönetmen bir sanatçı olmasa da, oyuncuların sanatçı olması ya da bunun tersi yönetmenin tamamen tek başına bir sanat mücadelesine girmesi de sinemada olasıdır. Belki de sinemanın en büyük sihiri budur; Belirsizlik. Onu var eden ekip içinde bulunan teknik elemanlar dahi zaman zaman bu belirsizlik içinde söz sahibi olabilirler, buna ekip ruhu diyoruz. Ekibin zanaatkârlarının sanat eseri ortaya çıkarmak için ortaya koydukları emek-mücadele, sanatçının en büyük desteği ve belki de ilham kaynağıdır.



 Her filmin bir sanat eseri olması beklenemez elbet. Ancak şurası bir gerçek ki; o filmin içindeki sanatçılar (bunlar içinde yönetmen, senarist, müzisyen, oyuncu ve hatta kurgucu sayılabilir) filmin içine kendi sanatlarından küçük molekülleri yerleştirirler. Bunlar bazen bütünlük içinde fark edilmese de, filmin bir sahnesinde hatta bir karesinde de olsa, kendilerine yer bulabilirler. İsterseniz biz buna küçük bir Tanrı dokunuşu diyelim. Kötü dediğimiz filmlerin içinde bile bu küçük dokunuşları hissedebiliriz. O halde sinema, başı sonu belli teknik bir metin olan senaryoyu esas alıp takip etse de, neticesi asla tahmin edilemeyecek bir eser ortaya çıkaracaktır. Aynı senaryoyu dünyadaki bütün yönetmenler kendi bakış açılarıyla yorumlayacak, bütün oyuncular o rolü farklı biçimlerde oynayacak, bütün görüntü yönetmenleri farklı gözle tespit edecek, müzisyenler farklı müzikler besteleyecek, kurgucu ise farklı kurgu ritmiyle montaj yapacaktır. O halde sinemanın onu sanat haline getiren kural ya da kuralsızlıkları, evrensel dile sahip ana yolları olsa da; insan denen belirsiz varlık elinde her seferinde farklı can bulacak bir organizma misali, nefes alıp veren bir sanat dalı olarak kalacaktır. Çünkü insanın varolma güdüsü ve kaygısı insan ruhu denilen bu temel belirsizlikten beslenir. 

 Sinema tek kişilik bir gösteri olmadı hiçbir zaman. Buna rağmen film bitip salondan çıkan her seyirci bir saniyeliğine de olsa yalnızdır. Sinema bu yalnızlık varoldukça insanı büyülemeye devam edecektir. 

Pazartesi, Haziran 05, 2017

İstifham Taburu

Beş milyar insan,
Beş milyar yalnız,
Tanrım,
Bu işte bir terslik olmasın?
Sakın kulların kulların seni yanlış anlamış olmasın !


Perşembe, Mayıs 25, 2017

Yetmişlik....

"İzmir'in dağlarında oturdum kaldım....
Şehit olanları deftere yazdım..."

"Bir devri şeamet yine çiğnendi yeminler,
Çiğnendi yine milletin ümmid-i bülendi..."

"Sokaklarda seylabeler ağlaşır,
Ufuk yaklaşır yaklaşır yaklaşır..."

Çoklarca şiir var ezberimde...
Hiçbirinin içinde sen yoksun..

Bir tarih ateşi yanar içimde,
Hiçbirinin harında sen yoksun...

İstanbul dolusun,
Mısırcının dumanında,
Yoğurtçunun çıngırağında,
Horoz şekerlerinin renklerindesin,
Macuncunun çubuğunda,
Dondurmacının külahında,
Vişnenin ekşisinde..
Erguvanın duvarında,
Fırdöndünün rüzgarındasın..
Boğazdan geçen şilebin orak-çekicinde
Ayvazovski'nin lombozundasın..

Bizim radyonun kaçak hertzinde,
Moskova radyosunun soğuk sesindesin.
Kısa dalga sevgilim..
Yasak gecelerdesin.

Voys of amerika yakışmadı bize,
Değmedi üstümüze amerikan bezi.
Cansın yardımı süt tozundan mamalar
Büyüttü bütün bu azılıları..

N'olmuş Macaristan'da ?
Artık Yoldaş Değiliz demiş Heller..
Ya Prag Baharı?
Ya Çekya intiharı ?

İsveçli bir yarim olsa lise çağında
Er mektubu görülmüştür
Eski pikapta
Girip yerden selamlasam karlı kayın ormanında...

İllegal gemiler geçerdi boğazdan
Uçaksavar namluları altından
Anadolu Kavağı'ndan,
Rumeli Feneri'nden...

Sekban-ı Cedid..
Patrona Halil..
Hamamcı tayfası 
Bağırır hep bir ağızdan
Çok yaşa padişahım 
Kaynasın kazan...

Seni görmedim çocukken,
Göz bebeklerini geç keşfettim..
Kırışıkların kaldı bana
Kabul bütün yaşadıklarına..

Beyaz ruhumun ak saçları
İstersen düşer önüne.
Yalnız ellerim ellerin olmadı
Değmeden ellerine...

Bir illegal şilep geçer boğaziçinden,
İçinde Nazım
Dilinde sazım
Sen gel...
Ben herşeye hazırım... 




Ayvazovski: Eski bir Sovyet yolcu gemisi
Bizim Radyo: Seksenli yılların Leipzig'den yayın yapan sosyalist radyo.
Moskova Radyosu; Burası Moskva diyen o metalik kadın sesi....
Orak-çekiçli şilep: Sovyet gemilerinin bacalarında kırmızı orak-çekiç vardı..
Patrona Halil: Ayaklanan bir hamam tellağı...




Er Mektubu Görülmüştür (1980)....
İlhan İrem




Çarşamba, Nisan 19, 2017

Yokinski



Yazasım yok !
Öyle söndü içim..
Bir umut okyanusunda, 
Bir damla suya hasret düştü kalp..


Hani pörsümüş domatesler olur ya...
Yeme beni der..
Göm beni..
Belki bir başka bahara bir dal veririm sana,
Belki tohumumdan bir başka can doğar..
der ya hani...


Hani rafta okunmayı bekleyen kitaplar olur ya..
Ah bir çevrilse sayfalarım diye bekler ya..
Ve yanındaki eprimiş sayfalı kitaba
gıp gıcır kapağıyla öykünür ya..


Hani,
Oltaya tutulmuş balık çekilirken yukarı,
tutulmamışa bakar da anlar ya özgürlüğü
ve öbürü de çaresiz bakar ya arkasından,


Hani, bir de uçan balonlar vardır amcanın elinde,
Böyle ebemkuşağı
Bir çocuk yaklaşır da işaret eder ya
bunu ver diye.. ve diğerleri de kıskanır ya onu..
çocuğun sevinçli ellerinde, koşarken..


Hani sevgililer vardır Gülhane parkında,
Elele tutuşmuş belki de tutuşmamış..
Ama sevgililerdir ya hani !
Ezerler böyle yaprakları, farkına varmadan
O yaprakların mutluluğunu...

Öyleyim işte..


Akvaryumu bütün dünya zanneden japon balıkları gibi
Küçük penceresine kainatı sığdırmış fahrünisa teyze gibi..
Elma şekerinin içinde kaybolmuş minik suratlar gibi..
Filimlerdeki en kör kütük aşık gibi..
Öyle yokum işte aslında..

Varlığını bilip yok olmak gibi...





Solist; Elif Güreşçi
Bestekar:Necdet Tokatlıoğlu
Söz yazarı:İlham Behlül Pektaş
Makam:Kürdili Hicazkar

Çarşamba, Mart 15, 2017

silensiyo !


Gecenin en yırtık saatinde,
bilmem ne rüyalar görürken birileri
ben saatin seslerini dinlerim..
neler geçer neler meşum saniyelerden
ilk nefesini alan bebek
son nefesini veren moruk
deriye değen traş jileti, 
paris metrosunda sürtünen bir tekerlek
buğulanmış cama yazan sıkkın çocuk 
bulutların beyazı, 
oltanın ucunda nefessiz balık,
fabrika gürültüsü, 
kapanan kadife perde,
uçakların yanıp sönen bombaları,
sinemadan mutsuz çıkan bir çift,
kısadevre karanlık,
ameliyat susuzluğu,
ilk bakış,
eriyen buz,
istanbul...

geçirgen kağıtlar gibi homo sapiens
türlü çeşit insan, erkek-kadın vesaire
tozlu bir kalaba,
fakir dansçıları var bu şehrin, 
el değmemiş sokaklarında
kimse görmediği için onları
fakirler belki de...
ve belki
güzel sesli kızlar,
kimse dinlemediği için evde...
o güzel gözlü çocuklar gibi..
keşfedilmemiş yıldızlar sadece uzaklarda parlar..

karanlık saklar gözyaşlarını
sadece ağlayan ıslanır
yağmurda
ve
sadece
güneş altındakiler yanmaz 
türküler diyarında..

silensiyo...
sus dinle !
zordur dinlemek bildiklerini
öğrenmek de ağır gelir sana
bilmediklerini..
susmak hepsinden zor
için kan-revanken
hepsinden kolay
belki
derviş döner kurtulur da
sen dur,
durdukça büyür zaman...
kurtulucaksın elbet
şimdi yanıyorsan..

intikam saati yok
bütün saatler aynı
hepsi senden alır
sana verir zamanı.

gün gelir vakit biter,
saat durmaz oysa
dinler saatinin sesini
senden sonrakiler..




Cumartesi, Ocak 28, 2017

Perde-siz



Kapı çalındı,
Görebilseydim eğer gözlerinizi, daha uzaklara bakabilmeyi öğrenebilirdim.
Yıldızlar kadar uzak demek mi gerek?
Yoksa yıldızlar kadar yakın mı demeli? kalbin atışını duymak için..
Göz kırpmalarınızın sesini bile duyabilirim oysa..
Yanınızda olsam..
Elleriniz orada olsa bitişik birbirine,
Ellerinizin sesini bile duyabilirim. 
İşte güneş doğuyor yine,
Belki görebileceğim gözlerinizi günün birinde kimbilir ?
Dinlediğim şarkılar kadar sessizlik var içimde..
Tutulası dilim hükmediyor elimdeki kaleme..
Fırtınalı bir denizde yol alıyor yüreğim sanki,
Görmek sizi bir deniz feneri..

Harfler uçuşuyor gökyüzünde bir tufan bir bora
yazdıklarınızı sesinizden duymak..
Ne hayalleri vardır insanın kimi bir parça ekmeğinin kabuğunu düşler uykusunda
kimi geniş bir alından sarkan bir tutam perçemi düşler..
Susuzluktur baştan ayağa insan derya içinde..
Hep olmayanlar pazarında beş kuruşsuz,
Hep varolmayan ülkeler atlasında bir bayrak
Hep zırdeliler arasında bir satranç tahtası..
Sustun tamam siz kanunu dinleyin,
Benim hükümsüz sözlerim var kendime bile isyan eden.

Nereden çıktı bu bulutlar ?
Jilet rengi ufuklar pare pare gemiler gibi
Üzerimize buz yağdıran bu bulutlar
Dondurmaz beni, gözler var aklımda..
Dünyanın en tevazu sahibi boynu 
O ince gülüş
O narin bakış
Bir tambur sesi
Ve çokca alkış..

Bir hayal namesi iner kalbime..
Sade, sessiz bir yakarış kalır dilimde..
Daim olan tek dua..
İçimde kim vardır bir bilebilsen...

Ve perde...






Hüseyni türkü