Pazartesi, Ocak 18, 2016

İstikbâl-i kıble

Hani eşittik ya doğarken, Kalu Bela'dan beri.. Hani bir de.. Ölürken eşit olacağız ya, kıyamete kadar... Eşitlik o zaman bozulacak ! Ezenler ezilecek, ezilenler basu badel mevt... 
Bekleyecek miyiz pekiyi o zamana kadar? Beklemek midir çiğnenen karların kaderi, eriyip, buharlaşana kadar? Üzerine basınca sertleşen şu bağrıyanık toprak, şu kurumuş kil, girinceye kadar içine, örtünceye kadar üstünü kederlerin, böyle çorak mı kalacak avucumuzda? Ağlayan çocuk gülse ne olur ki yarın? Şu an ağlatmamak asıl mesele. 



Ölmüyor duvarlar, içindekiler ölünce. Şu gecekonmuş evlerde oturur şu sarayın soytarıları. Eğilirler yerlere dek, hokkabazıdırlar en mağlup muzafferiyetlerin kumandanlarının. Paraseviciler uzlaşır ölübazlarla kelle başına, saadet satarlar mermi mermi. Yumuşak elleri okşar başlarını çocuklarının, bir de "maşallah" der ki nazar değmesin ! 
Gözleri oyun oyun çocuklar, burunlarında fırın fırın gevrek ekmek rayihası, yürürler postal postal, izli çamurlarda. "İlk ben vuracağım, hayır ilk ben" çünkü; savaş var dünyada, savaşanlar arasında yarış var sonu kanlı varış. 

Kağıda yazılanlar gibi değildir ölmek, koymuyorlar sabileri yetişkin tabutuna. Vita kutusundaki sardunya gibi solmuş bedenleri, sarıp koyuyorlar musallaya sigara kolisiyle. Oysa ne çok çiçek var derilecek bahara.. Bırak yaprak ağlasın sadece çiğ çiğ, sabah ezanında. Bırak yaprakları kurusun da güneşle, çocuklar görmesin çiçeklerin gözyaşlarını, uyandıklarında. Utanıp boy vermemiş gürz gibi papatyalar,  küsüp baş eğmiş ayçiçekleri ve gelin olamamış kanlı gelincikler yer ile yeksan iken, hiçbiri görünmüyor, kirli uzaktan kumandanın arkasından. 

Dua et şimdi şirk kokulu ellerinle, daha çok ver Rabbim, daha çok ! 
En yüksek dağın en ucundaki en el değmemiş nebat gibi yaşa, ne kadar salim olsan da, üstünü örtecek kar boran, dalını kıracak rüzgarı, düşen yıldırımları da göreceksin elbet ve sen de gireceksin üzerinde gururla yürüdüğün toprağın altına. 
Üzülme, eşit olacağız o zaman. Saf saf yürürken layığına, kimse olmayacak yanında. Eyvah ! çok geç değil mi dönmek için? Nedamet yanında kibrit çöpüdür kibir. 

Yoksul kalplere girmez sevdanın bereketi. Oysa yaşar insan şusuz-busuz, örter çıplak üstünü üstelik ama sen beğenmezken duvarının renklerini, başını sokacak duvar arar sana duacı müridlerin. 
Şimdi gözlerinin içine bakarak ve gülümseyerek söylüyorum sana; "öleceksin" lakin bu bile fayda etmeyecek, ne sana ne de yaktıklarına... 
Senden öncekiler gibi anılacaksın, lanet bile edilemeyecek kadar unutulacak adın. O çamura saplı çocuklar gibi, o unuttuğun saf çocukluğun gibi. 

İşte bir gemi daha geçti hayatından, yararak boğaz sularını, sisli minarelerle ıslak beton kulelerin yarıştığı şehrinden. Yığmataş arasında koşuşturan insan nefesinden, aç martılar şehrinden, bir gemi daha geçti. 
Sen görmesen de orada hepsi.  Şehrin surları duruyor bak, lakin; içindekiler hercümerc.. İbret al bundan, geçiyor üstünden bulut, az evvel beyazdı üstelik, şimdiyse kara davut.. 
Kalmayacak adın kitaplardan başka bir yerde.. 
Seni tek kurtaracak yön İstikbâl-i Kıble. 




Hiç yorum yok: