Pazartesi, Ocak 04, 2016

Gırnatacı


Programdan sonra Kabataş'a, ekseriyetle de Tophane'ye yürüyerek iniyordum. 
Bazen taksiye para vermemek için, bazen de sırf saatler süren o gürültüden sıyrılıp kendime gelebilmek için. Bir gün gene sabaha karşı Fındıklı'ya inerken O'na rastladım.
Merdivende üç basamak aşağıda duruyordu. Gözlerimin içine baktı, saati sordu,

-Var mı saatin?

-Yok

- Telefonun da mı yok ?

Cebimden çıkarırken gözlerindeki hayreti de gördüm,

- Sana yakışıyor mu o takoz?

Eski telefonuma ilk takoz diyen o değildi, aldırmadım,

- Dörtbuçuk.

- İyi erkenmiş.. Bir de bir lira ver.

Bozuldum biraz, aramızda kurmak istediğim yakınlığa para sıkıştırmasına,

- Sende varsa bana ver !

Elini cebine soktu, bir avuç bozukluk çıkardı, avucunu açtı elindeki paralar yere döküldü, arkasına bakmadan yürüdü gitti.

-Hey baksana, varmış paran, tamam... Topla..

Dönmedi bile, hızlı hızlı çıktı merdivenlerden, köşeden ilk sağa döndü, gözden kayboldu. 
Arkasından bakakaldım, hoşuma gitmişti onun bu pervasızlığı. Yanımdan iki üç kişi geçti, yerdeki paralara eğildi genç bir kızla oğlan, dönüp bana baktılar, ben de onlara... Yürüdüm gittim Tophane'ye doğru. Arkamda paraları toplayan gençlerin sessiz sevincini duyuyordum. 

Bir hafta sonra aynı yerde, bu sefer biraz daha aşağıda gördüm onu. Önce tanımadı, sonra tam yanından geçerken;

- Noldu ? n'aptın parayla? korkma geri istemeyeceğim. 

- Yok... Almadım parayı...

Biraz keyiflice gülümsedi;

-Biliyorum. Baktım arkandan sonra...

Pis pis sırıttı,

- Paraları cukkalayanları gördüm ama... Yok öyle beleş.. Donlarına kadar aldım..

- Soydun yani !

- Gençler çalışmadan hazıra konmayı seviyor. Şarapçıydı onlar, ben almasam bakkal Hüsam alacaktı zaten paralarını.. bak döndü dolaştı, benim para geri geldi cebime..Hem de KDV'siyle..

- İyi ya.. Sen de onlardan aldığın KDV'yi bakkal Hüsam'a vermişsindir gene.

-Tövbe haşa..ağzıma haram komam ben.. Bak..

Elindeki içi bally dolu sararmış torbayı gösterdi..

Torbasını işaret edip alay etmek istedim;

- Aferin sana, cennet garanti ! haramla işin yok !

- Onu bilmem de, sen daha geç saatte buralardan geçersen, kısa zamanda görürsün öte tarafı..

- Sen gençsin korursun beni, izin vermezsin kimsenin çizmesine..

- Bak ! genç menç sökmez tinerciye, zulacıya, babafingocuya anladın mı? Ellerine düşmeden alacaksın voltayı.

Yürüyüp giderken, arkamdan;

- Sigaran da yoktur senin..! diye bağırdı.

-Yok ya !

- Sende de hiç birşey yok, niye yaşıyorsun sen? Ot gibi adamsın ha!

Durmadım ama.. Bu soru aşağı inene kadar, hatta daha sonra iskelede ilk vapuru beklerken bile çınladı durdu kulağımda..

- Niye yaşıyorsun sen? Niye yaşıyorsun ?

İki hafta sonra sarhoşun üzerime boca ettiği rakının tenime değen soğukluğu hala üzerimdeyken, merdivenlerde gene karşılaştık. Bu sefer kafası biraz dumanlıydı... Geçtiğimi farketmedi. Yanında kendi yaşlarında genç bir çocuk vardı. Paltosunun yakasını kaldırmış elleri cebinde onunla konuşuyordu. Gözlerini görmek için çok küçük kafamı kaldırdım, bakmadı. Yorgun adımlarla devam ettim. Arkamdan bir ses,

-Selam da mı yok? Ooo mazotu götürmüşsün, kokuyu aldım ha..

Durdum arkamı dönmeden, 

- Yok içmem ben, kaza oldu..

Cevap gelmedi..
Ben de yürüyüp gittim. 
Bir kaç gün sonra bu sefer merdivenlerde değil sokağın daha yukarısındaki metruk evin içinden incir ağacı fırlamış duvarına yaslanmış, yağmurdan ıslanmış vaziyette gördüm, yanaştım.

- Sen çalgıcı mısın hacı abi?

Yüzüne baktım, elimdeki keman kutusuna çevirdim başımı..

- Ne var onda? Gıygıy mı?

- He gıygıy, keman derler ona..

- Kızma be abi, kızına mı sövdük? Çalgıcısın ha..

- Çalgıcı denmez, müzisyen denir.

- Havalı olacak yani illâ müzisyen.. Musıkici abi..

Elektrik direğinin yanan sarı ışığına doğru baktı..
Yağmur damlaları olduklarından iri görünüyorlardı sanki;

- Dinmedi be namussuz, gelip geçen de yok dızdızlayacak.. Ben de çalarım biliyor musun? Yok yok öyle değil...Gırnata..

İnanmadım, yüzüne de bakmadım.. Lambanın sarı ışığı söndü..

- Beş kağıt versene...

Pantolonun cebine elimi soktuğum tarafın sökük olduğunu hatırladım, diğer cebime sokmak için keman kutusunu uzattım..

- Tut şunu..

Şaşırdı biraz. Ona birisinin güvenmesine alışmamış olacak, aldı eline kutsal hazine sandığını tutar gibi..

- Hafifmiş be...

Cebimden 20 lira çıktı.. Uzattım.

- Yok mu bozukluk babalık ? 

- Kısmetin buymuş..

Kemana uzandım.. Kendine doğru çekti biraz.. Hafif sırıttı.
Sertçe baktım gözlerine, kızdığımı anladı, kutuyu uzatırken,

- Ohoo iyi, sana da şaka yapılmıyor ha..

Ona olan güvenimin sarsılmasından korktuğu için, peşimden geldi..

- Yok, sevdim ben onu ondan, amma hafifmiş bu gıygıy..

Kızgınlığımı pekiştirmek için cevap vermedim. O da alttan almaya devam etti;

- Sen cafcaflı yerde çalıyorsun belli.. Belki bir gün, şu aşağıda açarız biraları, sen kaydırırsın ben öttürürüm ne dersin?

Saatlerce enstruman sesi, sarhoş narası, üvertür çığlığı, çatal kaşık tıngırtısından süngerleşmiş beynim duymadı bile onu..Arkamdan;

- Yaparız bi güzellik be abi, yaparız ha ?

Gönlümü almak için, son bir kez seslendi..

- İyi çalarım ha..

Daha çok endişelenmesini istemedim, "tamam" der gibi kolumu kaldırdım.. 

Rahatlamıştı belki biraz ama arkamdan da kesin küfürü basmıştı.. Ona inanmadığımı düşünüyor olabilirdi hâlâ.

Takip eden 4-5 hafta başka yerde programa çıktığım için hiç görmedim onu. 
Bir kaç sefer de yolum oradan geçmesine rağmen rastlaşmadık. 
Merak ediyordum fakat o civarda, özellikle de sabaha karşı, ballyci bir çocuğu soracak kimse yoktu, olsaydı da başıma bela alacak halim yoktu. Herhalde dedim kendi kendime, soğuk bir nezarette, sopayı yemiş oturuyordur.

 Tam unutmaya yüz tutmuşken haftalar sonra yine sabaha karşı ilk karşılaştığımız yerde, merdivenlerde oturmuş, ıslak duvara yaslanmış gördüm onu. Loş sokakta sisli boğaza karşı oturmuştu. Önce o olup olmadığını anlayamadım ama, yaklaştıkça eprimiş balıksırtı paltosundan o olduğuna emin oldum. Yaklaştım, tam yanına gelince durdum. Başını çevirip bakmadı bile.. Keman kutumu kucağıma alıp, yanına, nemli merdivene oturuverdim. Yüzü karanlıktı, duvara yaslamıştı başını, keçeleşmiş kumral saçları Beşiktaş beresinin altından sarkıyordu. Biraz daha eğildim, beni farketti, kafası dumanlıydı. Bir elimle çenesine doğru uzandım yüzünü çevirmek için, başını geri attı. O an yüzü aydınlandı birden sokak lambasıyla. Elmacık kemiğinden çenesinin altına kadar yarılmıştı suratı. Boş bakışlarla yüzünü bana döndü. O ana kadar beni farketmiş ama kim olduğumu anlamamıştı. Gözlerime doğru baktı, boğuk bir sesle,
- Oo çalgıcı abi.. Nerdesin sen ya ? bak çizdiler ekürini... 

Yosun tutmuş ıslak basamağa doğru devrildi.
Koltuk altından tutup kaldırdım. Gerisin geri zar zor yürüyüp, bir taksi buluncaya kadar soğuk sokağın başında, yüzüne bakmayaya gayret ederek bekledim. 

Onbeş gün sonra bunu hastaneden çıkardılar, yanıma geldi elimi öptü. Davutmuş adı, pavyoncu Salih'in yanına emanet ettim, bulaşıkçı oldu önce, sonra bir dahaki gelişimde komi... Son gittiğimde ise göremedim, işi bırakıp kaçmış, parasını bile gelip almamıştı.

O gece bir yandan dişimin ağrısından kıvranıp bir yandan çalarken, gözümün önüne, bakmaya bile tahammül edemediğim feci yarılmış yüzü geldi. Onyedi yaşında başına gelmedik kalmamış kayıp bir çocuk. 
Sahnedeyken seçemezsin insanları, sadece seslerini duyarsın, alkışları, küfürleri, yalandan iltifatları, sadece sesler, kafanın içinde sahipleri hakkında bir resim çizdirir sana. Zeytin hasadını konsomatrise bozduran çiftçi, perşembe pazarından kasabaya mal çekmeye gelmiş hırdavatçı, karısını genç yaşta kaybedip alkolik olmuş muhasebeci, yolda hanutçuya yakalanmış bir kaç şaşkın turist. Bunların hepsinin sadece seslerini duyup, cisimlerini hayal ederken, keman taksimi yapmak belki de bu işin en güzel tarafıdır. Onlara değil kendine bir taksim geçersin, hepsini tek tek gözünün önüne getirirken. Her seferinde başka insanlar, başka makam. 
Dişimin ağrısından ara verilince patronun yanına gidip izin istedim. Biraz bozuldu falan ama, arkadaşlar da son bölümü biz geçeriz deyince, hemen giyinip çıktım. Hızlı adımlarla sanki ağrımı geçirecekmiş gibi nefes nefese merdivenli sokağa kadar hiç durmadan yürüdüm. Tam sokağın ortasında onun sesini duydum;

- Ne bu telaş hacı abi? Biri mi kovalıyor ?

Durup döndüm apartman kapısının eşiğinde, elinde bally torbası bana bakıyordu.

Elime fırsat geçmişken biraz kızgın çıkıştım;

- Yaramaz adammışsın sen ? Neden kaçtın? mahcup ettin beni millete, hani söz vermiştin?

Başını öne eğdi, sonra tekrar dik konuştu;

- Yok be abi, iki tabak kırdık diye sağlı sollu girdi eşşolusu, ben de senin hatırına kesmedim çükünü, bastım gittim, bir daha da..

Elindeki torbaya diktim gözümü..Baktığımı anladı, elini geri çekti;

- İyi olmamış bu..

- İyi olan ne var ki?

-Arabesk yapma, bana sökmez, sen yolunu bulmuşsun..

Ona biraz sert cevap verip, doğru yola çekmeye çalıştığımı anladı ama gene de anlamamazlığa geldi. 

- Bak söz vermiştin bana, ikimiz aha şurda beraber çalacaktık ne denirdi ona..

-Düet..

-Hah düdük..Ondan işte. Bak sen de sözünde durmadın.

Lafı çevirmeye, kendini unutturmaya, buna rağmen benimle olan varlığını devam ettirmeye çalışıyordu. 

- Sen hazır ol, yaparız bir gün, bu kafayla ne sen ne ben çalarız zor. Sen hazır ol hele..

- Ohoo ben hep hazırım sen hazır ol esas ! Şu haline bak, yüzün olmuş yarım dünya, senin gibi adama kavga yakışır mı?

Elimi yüzüme götürdüm, dişim yüzümden yanağım ay parçası gibi olmuştu, ağrıyı yeniden hissettim. Gene hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı yollandım. 

- Söz verdin, burada bekleyeceğim seni... bak sen de satarsan beni var ya !

Dişimin ağrısı günlerce sürdü. Dişçi korkusundan kafamı duvarlara vura vura geçirdiğim gecelerden sonra, nihayet komşumun da ısrarıyla Tarlabaşı'ndaki dişçiye gittim. Elli yaşında yirmi yaş dişi mi çıkarır insan ? Adam dişimi mi? çekti ciğerimi mi ? bilmem, bir hafta da öyle geçti. 

En sonunda gene uzun bir pavyon programının ardından, aynı sokağın köşesine vardım. Aklıma verdiğim söz geldi. Eyvah dedim..Yolu mu değiştirsem? Bu kafayla beni yakalarsa gecenin köründe, sokağın ortasında millete meze oluruz. Gene de verdiğim sözden kurtuluşun olmadığını bildiğimden ve açıkçası onu merak ettiğimden olsa gerek, dalıverdim sokağa..

Sokak kalabalıktı. Polis arabasının ışığı evlerin pencerelerinden yansıyordu. Kalabalığın arasından, göz ucuyla, yerde birinin yattığını gördüm. Üzerine örtülü gazete kağıtları arasında, bir klarnetin kalağı parlıyordu. 












Hiç yorum yok: